BK. MD. 99'DA DÜZENLENEN SORUMSUZLUK ANLAŞMASINA İLİŞKİN YARGITAY KARARLARI
~ 06.06.2011 ~
Taraflar arasındaki çekişme, davacının internet şifresi kullanılarak iradesi dışında hesabından havale edilen bu paradan dolayı tarafların sorumluluklarının belirlenmesine yöneliktir. Bankalar, özel yasa ile kurulan ve ekonomik alanda çeşitli imtiyazlar tanınan kuruluşlardır. Güven kuruluşları olan bankalar, topladıkları mevduatı sahtecilere karşı özenle korumak zorundadırlar. Bu hususta objektif özen borcu altında olan bankalar, hafif kusurlarından dahi sorumludurlar. BK'nın 99. maddesi uyarınca yapmış oldukları sorumsuzluk anlaşmaları da geçerli değildir. Somut olayda davacının kasıtlı olarak şifresini üçüncü kişiye verdiği, asıl fail ile birlikte hareket ettiği de iddia edilip, ispat edilmemiştir. İnternet bankacılığı yoluyla yapılan işlemlerde gerekli önlemleri almayan banka, kural olarak özen yükümlülüğünü ihlal etmekle asli kusurludur. Davacı müşterinin ise, bu tür bankacılıkta internet şifresini korumak dışında bir sorumluluğu bulunmamaktadır (11. HD. 9.2.2009, 12559/1362).
Davacının davalıya ait otelde konakladığı, gece uyurken kapalı kapıya anahtar uydurulmak suretiyle odaya girilip, para ve kıymetli eşyalarının çalındığı, davacının imzasını içeren konaklama belgesinde, odalarda bırakılan para ve değerli eşyaların kaybından otel ve idaresinin sorumlu olmayacağı, emniyet kasalarının misafirler için resepsiyonda ücretsiz olarak tahsis edildiğinin belirtildiği toplanan delillerden anlaşıldığı gibi bu hususlar tarafların da kabulündedir. Davalı, konaklama belgesinde sorumluluktan beraat şartı olduğu için sorumlu olmadığını savunmuştur. B.K.'nun 99. maddesi "Hile veya ağır kusur halinde duçar olacağı mesuliyetten borçlunun iptidaen beraatını tazammun edecek her şart batıldır" düzenlemesini getirmiştir. Konaklama belgesi hırsızlık olayından önce düzenlenmiştir. Yukarıda belirtildiği üzere davacının odasına uyurken anahtar uydurulmak suretiyle hırsızlık yapılmasında anahtarın konaklayan ve otel idaresi dışında hiç kimsede bulunmaması gerektiğinden davalının ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu nedenle konaklama belgesindeki değerli eşya ve paranın kaybından davalının sorumlu olmayacağına ilişkin hüküm hukuki sonuç doğurmaz. Öte yandan B.K. 478 ve 479. maddeleri gereğince davalı hırsızlığın vukuunu önlemek için gerekli tedbirleri aldığını, kendisine isnadı kabil bir kusur bulunmadığını ispat edemediğine ve kusurlu olduğuna göre davacının oluşan zararının tamamından sorumludur. Mahkemece davacının gerçek zararı araştırılarak sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir (13. HD. 15.7.2005, 5257/12386).
Davacı, davalı bankanın müşterisi olup, internet bankacılığı ve telefon bankacılığı hizmetlerinden faydalanmak için iki ayrı şifre almıştır. Davalı hesabından yeni bir şifre oluşturulmak suretiyle bir miktar para çekilmiştir. Dava, Çekilen bu paranın temerrüt faiziyle birlikte davalıdan tahsili istemine ilişkindir. Davalı bankanın davacıya daha önce verdiği bir şifre olduğundan telefon bankacılığıyla internet şifresi oluşturulurken telefon bankacılığı şifresinin istenmemesinin kusur olarak nitelendirilmesi gerektiği, ayrıca telefon görüşmesinde sorulan sorulara tam ve doğru cevaplar alınamadığı halde şifre oluşturulmasına ve dolandırıcılığa sebebiyet verdiği, bu görüşmede şifrenin unutulduğu veya değiştirilmek istendiğinin de belirtilmediği, güven müessesesi olan ve uzmanlık gerektiren bir iş gerçekleştiren bankaların basiretli bir tacir gibi davranması gerektiği, hafif kusur halinde dahi sorumlu oldukları, sorumluluktan kurtulma sözleşmesi yapamayacakları gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir (11. HD. 8.5.2006, 5264/5270).
Davacı, davalının ihaleye çıkardığı bir adet Jeep’i 304.574.000 TL. bedelle satın ve 21.3.1997 günü teslim aldığını, ihale belgelerinde aracın kaporta aksamında %40 oranında hasar bulunduğunun yazılı olmasına rağmen, onarım için götürdüğünde motor ve şanzıman parçalarının mevcut olmadığının ortaya çıktığını, delil tesbiti sonucunda, araçtaki gerçek hasar oranının %85 olduğunun belirlendiğini, aracın bu şekilde kendisine gizli ayıplı olarak ve iğfal suretiyle satıldığını ileri sürerek, satışın iptaline, ödediği 304.574.000 TL. satış bedelinin reeskont faiziyle birlikte ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, satış şartnamesinin 14/2 ve 25. maddelerindeki hükümler karşısında davacının iddialarının dinlenemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davacının satıştan önce aracı bulunduğu yerde dilediği şekilde kontrol ettirme olanağına sahip bulunduğu, gizli ayıp olduğu iddia edilen eksikliklerin biraz dikkatli bir incelemeyle anlaşılmasının mümkün olduğu, şartnamenin 14. maddesi hükmü karşısında davacının satışın iptalini isteyemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Her ne kadar, satış şartnamesinin 14. maddesinde, alıcının satıştan sonra satışın bozulmasını istemeyeceği eşyanın halihazır durumuyla satışa çıkarılmış olduğu, listelerde hasar oranlarına ilişkin yazılanların sadece bilgi mahiyetinde bulunduğu, alıcının eşyayı yerinde bizzat görerek satışa katıldığının kabul edileceği, alıcının hasar oranlarına hiçbir şekilde itiraz edemeyeceği; 17. maddede ise satış bedelinin tespitine ilişkin unsurlardan birinin noksan olması veya eşyanın ilanda ve şartname eki listede gösterilen sınır ve evsafa uygun olmaması hallerinde, alıcının süresi içinde satış bedelini yatırmak suretiyle ve eşyayı teslim almadan önce yazılı olarak idareye başvurması ve bunun idarece kabulü halinde satışın bozulabileceği belirtilmekte ve şartname altında davacının imzası bulunmakta ise de; aracın sahibince gümrüğe teslimine ilişkin 6.2.1995 günlü teslim zaptında tek tek sayılan ve araçta mevcut oldukları açıklanan eksiklik ve hasarlar arasında, davacının bu davada varlığını ileri sürdüğü motor ve şanzımandaki eksik ve ayıpların yer almadığı, gerek anılan tutanak içeriğinden ve gerekse davacının istemiyle yapılan delil tespiti sonucunda düzenlenen 14.4.1997 günlü bilirkişi raporundan açıkça anlaşılmaktadır. Yine bilirkişi raporunda, aracın motor, şanzıman ve eksiklikleri tespit edemeyecekleri, bunların gizli ayıp niteliğinde oldukları, bu haliyle araçtaki hasar oranının %85, hurda değerinin 30.000.000 TL. olduğu da açıklanmaktadır. Borçlar Kanununun 99. maddesi hükmüne göre hile veya ağır kusur halinde, duçar olacağı mesuliyetten borçlunun iptidaen beraetini tazammum edecek her şart batıldır. Yasanın bu hükmü karşısında, satış şartnamesinin 14 ve 17. maddelerinde hükümlerin davacıyı bağlamayacağında kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Zira bilirkişi tarafından araçta saptanan ve teslim tutanağında tek tek yazılı bulunanlar arasında yer almayan eksiklik ve kusurlar gizli ayıp niteliğinde olup, bu parçaların aracın sahibi tarafından gümrüğe terke dilmesinden sonra, herhangi bir surette ve idarenin kusuru nedeniyle eksildikleri anlaşılmaktadır. Bu durumda davacıyı, aracı bu haliyle satın almaya zorlamak hakkaniyete uygun düşmez. Hal böyle olunca, mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekir (13. HD. 3.2.1998, 71/830).
Tekel Genel Müdürlüğü, satın alma komisyonunun 31.7.1973 gün 174 sayılı kararı ile açılan eksiltme sonucu, Fransa'da La Cellophane ve İsviçre'de Montefiore S.A. Firmalarından teslim alınarak, İstanbul teslim, fiyat ve transfer opsiyonu 30.11.1973 tarihine kadar olmak üzere 30.500 adet 9 mm. lik ve 30.000 adet 117 mm.lik selofan bobinin satın alınması işi, davacı tarafından verilen teklif uygun görülerek, 13.10.1973 günlü sipariş mektubu ile davacı firmaya ihale edilmiştir.
Yüklenici 17.10.1973 tarihinde kesin teminatı yatmış, 3.11.1973 ve 7.11.1973 günlerinde sözleşmeler imzalanarak noterce tescil ettirilmiş, 9.11.1973 tarihinde tescil için Sayıştay'a gönderilen sözleşmeler, gerekli işlemlerin tamamlanmasından sonra 28.11.1973 gününde davalı idareye iade olunmuştur. İdarece 29.11.1973 tarihinde Ticaret Bankası Nuruosmaniye şubesinde akreditif açılmış 5.12.1973 gününde de döviz transferi sağlanarak durum 19.12.1973 de davacı yükleniciye duyurulmuştur.
Davacı, sözleşmeye göre fiyat ve transfer opsiyonunun 30.11.1973 gününe kadar olmasına rağmen öngörülen sürenin geçirilmesi ile sözleşmeye aykırı davranıldığını ileri sürerek, yaptığı noter giderleri ile yoksun kaldığı % 3 oranındaki komisyon ücreti tutarının, davalı idareye ödetilmesini istemiştir.
Davaya konu ihale, davalı Tekel Genel Müdürlüğünün, döner sermaye ile yürüttüğü işlemler kapsamında bulunduğundan, 2490 sayılı Yasanın 1. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, anılan Yasa hükümlerine tabi değildir.
Tekel Döner Sermaye Yönetmeliği hükümlerine göre açılan ihale sonucu düzenlenen sözleşmenin 6. maddesinde fiyat ve transfer opsiyonunun 30.11.1973 tarihine kadar¯ olduğu kabul edilmiştir.
Davalı idarece, 29.11.1973 tarihinde akreditif açılmışsa da, opsiyon süresi içinde transferlerin yapılamadığı anlaşılmaktadır. Davacı, bu nedenle 27.12.1973 günlü dilekçesiyle idareye başvurarak sözleşmeyi feshettiğini bildirmiştir.
Bu durumda, haklı bir nedene dayanarak sözleşmeyi fesheden davacı yüklenicinin, isteyebileceği alacakların tutar ve niteliğinin saptanması gerekmektedir.
19. maddede, ®Sözleşmenin uygulanmasından doğabilecek uyuşmazlıkların, yürürlükteki Tekel Döner Sermaye Yönetmeliği hükümlerine göre çözümleneceği¯ hükme bağlanmıştır. Böylece sözü geçen Yönetmelik, sözleşmenin eki içerik ve niteliğindedir.
Anılan Yönetmeliğin 25. maddesinin 2. fıkrasına göre; ®İhaleden sonra idare kendisine ait mükellefiyetleri yapmadığı takdirde, müteahhit ihale tarihinden itibaren, merkezde 15 gün, mülhakatta bir ay tamamladıktan sonra taahhütten feragat etmeğe selahiyetlidir. Bu selahiyet idareye ait mükellefiyet müddetlerinin hitamı tarihinden itibaren merkeze 10 gün, mülhakatta 15 gün zarfında idareye yazı ile bildirilmek suretiyle kullanılır. İdare mukavele ve şartname ile kendisine düşen vazifeleri yerine getirmezse müteahhit yalnızca teminat için ihtiyar eylediği masrafı talep etmeğe hak kazanır.¯
( Sorumsuzluk anlaşması ) ya da ( sorumluluğun sınırlandırılması anlaşması ) olarak isimlendirilen bu tür anlaşmalar, tarafları bağlar. Bu anlaşma tabiatiyle sözü edilen 25. maddenin son satırında ( ... İdare mukavele ve şartname ile kendisine düşen vazifeleri yerine getirmezse ) denildiğine göre, madde hükmünün, sözleşmenin yapılmasından sonraki dönemde de uygulanması gereği açıktır. Öyle ise, idarenin, kendisine düşen yükümlülükleri yerine getirmemesi durumunda dahi, davacı olumlu zararını isteyemez. Yalnız teminat için ödediği giderleri istemeğe hakkı vardır.
Davalı idarenin sorumluluğunu sınırlayan anlaşmanın BK: nun 99. maddesi karşısında geçerli olup olmadığı sorununa gelince; BK. nun 99. maddesinin 1. fıkrası hükmüne göre ®hile veya ağır kusur halinde duçar olacağı mesuliyetten, borçlunun iptidaen beraetini tazammün edecek her şart batıldır. Sorumluluk sınırını daraltan anlaşmanın geçersiz sayılabilmesi için, davalı idarenin olayda ağır kusur ya da hilesinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Oysa idare, verilen teklifleri inceleyerek 13.10.1973 gününde işi davacıya ihale etmiş, kesin teminatın 17.10.1973 günü yatırılmasından sonra sözleşmeler 3.11.1973 ve 7.11.1973 günlerinde imzalanmış, Yasa gereği Sayıştay'a tescil için gönderilen sözleşmeler ancak 28.11.1973 günü davalı idareye iade edilmiş ve ertesi günü 29.11.1973 de idarece akreditif açılmıştır.
Bu durumda, idareye düşen yükümlülüğün zamanında ve gereği gibi yerine getirilmediğini söylemek olanağı yoktur. Bir miktar selofon kağıdı alımına ilişkin olayda B.K.nun 99. maddesinin 2. fıkrasının uygulama olanağı da mevcut değildir (HGK. 4.3.1981, 1476/121).
TTK'nun 724. Maddesinin ı. Fıkrasına göre sahte veya tahrif edilmiş bir çekin ödenmiş olmasından doğan zarar ödeyen bankaya aittir. Bankaya yükletilen bu sorumluluk sözleşme ile borçlar kanununun 99/2. Maddesi gereğince kaldırılamaz (11. HD. 7.4.1992, 1137/5968).
3182 sayılı Bankalar Yasasının 4. maddesinde; "bankaların, ancak Bakanlar Kurulunun izni ile kurulabileceği" vurgulanmış, aynı Yasanın 13. maddesinde, bankalar dışında hiçbir gerçek ve tüzel kişinin mevduat kabul edemeyeceği ve bankacılık işlemi yapamıyacağı açıklanmıştır. Keza, Yasanın 13/2. maddesinde yazılı ve sözlü olarak veya herhangi bir şekilde, halka duyurulmak suretiyle, faiz veya her ne ad altında olursa olsun bir ivaz karşılığında istendiğinde veya belli bir vadede de aynı veya misli olarak iade edilmek üzere para alınmasının mevduat kabulü sayılacağı belirtilmiştir. Hükümet, halka güven vermek ve halkın parasının bankalarca değerlendirilebilmesi için tasarruf mevduatı ve tasarruf mevduatı niteliğini haiz döviz tevdiat hesaplarının, belli bir kesiminin ve son kez 5 Mayıs 1994 gün ve Resmi Gazete'nin mükerrer 21925 sayılı nüshasında yayınlanan Hükümet Kararnamesi ile de mevduatın tamamının tasarruf mevduatı sigortasına tabi bulunduğunu açıklamıştır.
Bu hükümlerden çıkan sonuca göre, Türkiye'de Bankalar Hükümetçe imtiyaz suretiyle verilen bir işi yapan müesseselerdir. O halde Bankalar, BK.nun 99/2. maddesine tabi kuruluşlardır. Kural olarak BK.nun 100/2 ve 3. maddeleri uyarınca akdi sorumlulukta, sorumsuzluk sözleşmesi yapmak mümkün ise de, BK.nun 99/1. maddesi gereğince ağır kusur halinde baştan ( iptidaen ) sorumluluktan kurtulma şartı geçersiz olup, sorumluluktan kurtulma şartının ancak hafif kusur halinde geçerli olduğu benimsenmiş ve aynı maddenin 2. fıkrası, Hükümet tarafından imtiyaz suretiyle verilmiş bir sanatı icra eden kuruluşlar yönünden hafif kusur halinde dahi sorumluluktan kurtulma şartının mutlak olarak kabul edilemeyeceği kararlaştırılmıştır. O halde mahkemenin kabulünün aksine taraflar arasındaki taahhütnamenin 14. maddesinin, bankanın sorumluluğunun ortadan kaldırdığı biçiminde yorumlanamıyacağı açık bir gerçektir.
Diğer taraftan, yukarıda açıklandığı gibi Bankalar, yazılı ve sözlü duyurularla halktan faiz veya ivaz karşılığında topladıkları paraları Türk ekonomisinin güçlenmesi doğrultusunda değerlendiren ve aynı zamanda bu mevduatlardan para kazanan kuruluşlardır. Bankalar kendilerine yatırılan paralan mudilere istendiğinde veya belli bir vadede aynı veya misli olarak iade etmekle yükümlüdürler. Bu tanımlamaya göre mevduat ödünç ( karz ) ile usulsüz tevdi sözleşmelerinin niteliklerini taşıyan kendine özgü bir sözleşmedir. Bunun sonucu olarak mevduatın niteliğine uygun düştüğü oranda karz ( ödünç ) veya usulsüz tevdi hükümlerinin kıyasen uygulanması gerekir. BK.nun 306 ve 307. maddeleri uyarınca ödünç alan, akdin sonunda ödünç verilen parayı iade ve eğer kararlaştırılmışsa faizi ile iadeye mecburdur. Aynı Yasanın 372/1. madde uyarınca usulsüz tevdide paranın nef'i ve hasarı mutlak şekilde müstevdaa ( saklayana ) geçtiği için ayrıca açıklamaya gerek kalmadan saklayan bu parayı kendi yararına kullanabilir. Ancak mudi'nin istediği zamanda iade ile yükümlüdür. Bankalar türlü bahanelerle yararlandıkları bu mevduatı mudilere iadeden kaçınamazlar.
Nitekim yasakoyucu, birer güven kurumu olan Bankaların bazı sorumluluğunu kusursuz sorumluluk olarak vasıflandırmıştır. TTK.nun 724. maddesi sahte ve tahrif edilmiş çekin ödenmiş olmasından doğan zararın, muhatap bankaya ait olacağını hükme bağlamış; sahteciliğin inandırıcı olup olmadığını, iğfal kabiliyeti bulunup bulunmadığını kanuni unsurlar arasında saymamıştır.
Ayrıca davalı Banka, adam çalıştıran sıfatı ile de sorumludur. Bilindiği gibi adam çalıştıranın sorumluluğu bir kusur sorumluluğu olmayıp, olağan sebep sorumluluğudur. Burada yasa adam çalıştırana genel nitelikte objektif bir özen yükümlülüğü, bir gözetim ödevi yüklenmiştir. Adam çalıştıranın sorumluluğu kendisinin veya emrinde çalışan yardımcı kişinin kusurlu olup olmamasına bakılmaksızın, kusurdan bağımsız olarak doğmaktadır. Sorumluluğun doğması için objektif özen yükümlülüğünün ihlaliyle meydana gelen zarar arasında, uygun illiyet bağının bulunması yeterli kabul edilmiştir. Adam çalıştıran, görülecek işe uygun fikri, mesleki bilgi ve yeteneklere sahip bir kişi seçmekle yükümlüdür. Seçeceği yardımcı kişinin göreceği iş için vasıflı, yeterli eğitim görmüş, yeni bilgi, yöntem ve tekniği, özümsemiş ve izlemiş olmasını arayacaktır ( Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Prof. Fikret Eren, Cilt: 2-4 bası, sh.160 ). Banka benim çalıştırdığım kişi gözü ile imzaları karşılaştırdı, sahte imza asıl imzaya çok benziyordu onun için kendisi yanılmıştır diyerek sorumluluktan kurtulamaz. Banka, tabiki bir grofoloji uzmanını istihdam etmiyecektir ancak çekildiği tarih itibariyle dahi yüksek meblağ içeren bir paranın talimat ile istenmesi halinde dışardan bir uzmanın yardımına pekala başvurabileceği gibi, mudiye telefon, faks vs. ile durumu duyurmak suretiyle basiretli bir tacir gibi sahteciliği önleyici tedbirlere başvurabilirdi. Bu en basit tedbirlere başvurmaması Bankanın objektif özen görevini açıkça kötüye kullandığını kanıtlayan deliller olarak görülmelidir. Davalı bankanın, adam çalıştıran sıfatıyla sorumluluktan kurtulabilmesi için, gerekli özeni göstermiş olması halinde de zararın gerçekleşeceğini ispat etmesi icap eder.
Somut olayda, davalı banka, davacı ile dava dışı "M.A."nın Bankayı dolandırmak amacıyla iş ve gönül birliği yaptıklarını ne iddia etmiş, ne de bu konuda bir kanıt ibraz edebilmiştir. O halde BK.100. madde doğrultusunda bir kurtuluş kanıtı getirememiştir.
Özet olarak denilebilir ki, birer itimat kurumları olan bankalar, aldıkları mevduatları sahtecilere karşı özenle korumak zorundadırlar. Bu konuda objektif özen borcunun gereği olarak hafif kusurlarından dahi sorumludurlar (HGK. 15.6.1994, 178/398).
Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankanın Bayrampaşa Şubesine 5039 nolu döviz tevdiat hesabına 13.11.1991 tarihinde 12.500 D.M.yatırarak bu tarihteki hesap bakiyesini ( 14.035.33 )DM olduğunu 16.12.1991 tarihinde hesabında 5.000 DM. çekmek isteğinden hesap bakiyesinin ( 2.785.33 ) DM. olduğunun belirtildiğini, 13.11.1991 tarihinde yatan paranın 12.500 DM olmayıp ( 1.250 ) DM olduğunun bildirildığini oysa hesap cüzdanın 13.11.1991 de yatan paranın ( 12.500 ) olarak yer aldığını bankanın ödemekten imtina ettiği ( 11.250 ) DM.ın yabancı paraya ödenen faizle birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.
Bbanka mevduat cüzdanındaki yazı, taraflar arasında düzenlenmiş bir delil sözleşmesi niteliğinde değildir. ( HUMK. nun 287. maddesi ). Zira delil sözleşmesi muayyen bir hususun, belli bir delil ile ispat edileceği hakkında yapılan sözleşmenin varlığı halinde söz konusu olabilir. Gerçekten bir hususun ispatı ile ilgili delil sözleşmesi yapılmış ise artık bu sözleşmede yazılı olan delillerden başka bir delil kabul olunamaz. Diğer bir anlatımla taraflar delil sözleşmesi ile aynı zamanda delillerini hasretmiş olmaktadırlar. Herne kadar delil sözleşmesi şekle bağlı değil ise de, yine de bu sözleşmenin varlığının ispatı gerekir. Davalı banka bu yönde herhangi bir iddiada bulunmadığı gibi, delil de ibraz edememiştir. Sadece banka cüzdanında yazılı olması davalı bankayı sorumluluktan kurtarmaz. Kaldı ki bir an için delil sözleşmesinin varlığı kabul edilse dahi, bu sözleşme hükmü ancak kayıtların bankaca düzgün tutulması halinde hüküm ifade eder. Oysa, banka kayıtlarında silinti yapıldığı da bir gerçektir.
Kaldı ki Bankalara Kanunu'nun 4.maddesi uyarınca Türkiye'de bir bankanın kurulması veya yabancı ülkelerle kusrulmuş bir bankanın Türkiye'de açacağı ilk şube için Bakanlar Kurulu'ndan izin alınması gerekir. Olayda davalı banka, Bakanlar Kurulu'nun izniyle kurulmuş ve iznin doğal sonucu imtiyaz suretiyle verilen bir sanatı icra etmektedir. B.K.nun 99/1 nci maddesinin birinci fıkrasında hile ve ağır kusur hali düzenlendikten sonra ikinci fıkrada hükümet tarafından imtiyaz suretiyle verilen bir sanatı icra eden kuruluşlar yönünden hafif kusur halinde dahi sorumluluktan kurtulma koşulunun mutlak olamayacağı benimsenmiştir. Bu yasal düzenleme çerçevesinde bir güven kuruluşu olan ve tedbirli bir tacir gibi davranmak zorunda bulunan davalı bankanın, uyuşmazlık halinde banka kayıtlarının esas alınacağı şartına dayanarak, kayıtlarında yetkili kişilerince verilen banka cüzdanının içeriğine aykırı biçimde tek taraflı düzeltme yaparak bunların davacıyı bağlayacağını ileri sürmesinin, hakkaniyet ve güven prensiplerine de aykırı olduğu kuşkusuzdur (HGK. 14.6.1995, 425/616).
Davacı vekili; davalının, müvekkili ile yaptığı sözleşmeye uymayıp "Miss Tourism International" güzellik yarışmasını Side'den naklen yayınlamadığını, bu nedenle reklam ve gişe gelirinden mahrum kaldığını ileri sürerek, şimdilik toplam ( 66.200.000 ) lira tazminatın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Sözleşmenin 5. maddesinin irdelenmesi ve hukuki niteliğinin saptanması gerekmektedir. Anılan sözleşme maddesi aynen; "Çekimin veya yayının veya her ikisinin herhangi bir sebeple gerçekleşmemesi halinde Miss Tourism International Güzellik Yarışması Organizasyonu Komitesi, KURUM ( ..... ) aleyhine dava açamayacağı gibi herhangi bir tazminat talebinde de bulunamaz" hükmünü içermektedir. Bu hükümden maksadın, davalı .. . Kurumu tarafından herhangi bir sebeple yayının gerçekleştirilmemesi halinde kendisin hiç bir sorumluluk düşmeyeceğini sağlamak olduğu açık bulunmaktadır. O halde, bu hükmün hukuki niteliği itibariyle bir sorumsuzluk anlaşması amaçlı olarak sözleşmeye konulmuş bulunduğu açıktır. Bu durum karşısında mahkemece,,anılan sözleşme hükmünün geçerliliği, davalı kurumun sıfatı ve sözleşmenin imtiyaz suretiyle verilen bir sanatın icrasıyla ilgisinin değerlendirilmesi sonucu BK.nun 99. maddesi hükmü çerçevesinde saptanması gerekirken, bu hükmün dikkate alınmadan sanki davacının tazminat hakkı doğduktan sonra bu haktan vazgeçmiş olduğu kabul edilerek davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmadığı gibi, Dairemizce de bu şekilde tesis edilen kararın onanmış olması da isabetli görülmediğinden, davacı vekilinin bu yöne ilişen karar düzeltme isteminin kabulüne karar verilmesi gerekmiştir (11. HD. 22.12.1995, 8312/9482).
Dava, davalı sigorta şirketinin acentesi olan davacının acentalık sözleşmesinin davalı tarafından feshi nedeniyle, portföy tazminatı istemine ilişkindir.
Taraflar arasındaki acentalık sözleşmesinde, sözleşmenin gerek acente ve gerek şirket tarafından feshi halinde acentenin portföy mülkiyeti ve diğer her ne nam altında olursa olsun bir tazminat talep edemeyeceği düzenlenmiş olup bu hükümün BK'nın 99. maddesinde yer alan sorumsuzluk şartı olarak değerlendirilmesi gerekir.
BK'nın 99/2. maddesinde hükümet tarafından imtiyaz suretiyle verilen bir sanatın icrasından tevellüt eden hallerde sözleşmeye konulan sorumluluktan kurtulma şartının geçerli olmayacağı düzenlenmiştir. Maddedeki imtiyaz hali sadece idare hukuku anlamında bir imtiyaz sözleşmesi olarak dar bir biçimde yorumlanmamaktadır. İcrası resmi bir ruhsat veya izne bağlı olan meslek faaliyeti yürütenlerin yararına yapılan sorumsuzluk anlaşmalarının yargıcın takdiri ile batıl sayılması gerekir. Zira, bu durumdaki meslek sahibi, hükümetçe verilen bir imtiyaza sahip kişi kadar güçlü ve üstündür.
Sözleşmeye kendi yararına sorumsuzluk şartı koyan sigorta şirketinin 7397 sayılı Sigorta Murakabe Kanununa göre sigortacılık faaliyetine başlaması Bakanlığın iznine tabi olup faaliyete geçebilmek için de ayrıca ruhsat gerekmektedir. Bu durumda kurulması ve faaliyete başlaması sıkı bir şekilde idarenin oluruna tabi olan sigorta şirketleri de BK'nın 99/2. maddesinde sayılan imtiyazlı kuruluşlardan sayılmalıdır.
Olayda, davalı sigorta şirketi davacı acentesine karşı BK'nın 99/2. maddesinde öngörülen imtiyazlı bir kuruluş niteliğinde olduğundan ve sözleşmenin kuruluş aşamasında taraflar arasında acente aleyhine sosyo-ekonomik bir dengesizlik bulunduğundan TTK'nın 134/2. maddesi uyarınca hakkaniyete uygun bir portföy tazminatının uzman bilirkişiler aracılığı ile saptanması gerekir (11. HD. 25.12.1996, 6699/9192).
Hits: 15369