DERNEK ADINA KAYITLI TAŞINMAZDAKİ CAMİİ MİNARESİNE DAVALI TARAFINDAN GSM BAZ İSTASYONU KURULMAK SURETİYLE MÜDAHALE EDİLDİĞİ İDDİASIYLA DERNEK BAZ İSTASYONUNUN KALDIRILMASI AMACIYLA DAVA AÇABİLİR
~ 29.05.2010 ~
DERNEK ADINA KAYITLI TAŞINMAZDAKİ CAMİİ MİNARESİNE DAVALI TARAFINDAN GSM BAZ İSTASYONU KURULMAK SURETİYLE MÜDAHALE EDİLDİĞİ İDDİASIYLA DERNEK BAZ İSTASYONUNUN KALDIRILMASI AMACIYLA DAVA AÇABİLİR
(1. HD. 8.10.2009, 8069/9803)
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; dava konusu 11663 parsel sayılı taşınmazın kayden davacılardan G. Kuran Kursu Camii Yaptırma ve Yaşatma derneğine ait olduğu, davacılardan Y.G.'in camii altında bulunan dükkanlardan birinde kiracı olduğu diğer davacılar Y.B. ve H.Ö.'in komşu parsel malikleri oldukları anlaşılmaktadır.
Davacılardan adı geçen dernek, davalı şirket ile Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı arasında yapılan ve maliki oldukları taşınmaza baz istasyonu kurulmasını içeren sözleşmenin kendilerini bağlamadığını öne sürerek, diğer davalılar ise baz istasyonunun çevreye ve sağlıklarına zarar verdiğini belirterek eldeki davayı açmışlardır.
İddianın bu içeriği ve niteliğine göre; taraflar arasındaki çekişmenin malik olmayan davacılar açısından Türk Medeni Kanunu'nun 737 ve devam eden hükümlerinde öngörülen komşuluk hukukundan kaynaklandığı açıktır.
Mahkemece, keşfen elde edilen baz istasyonunun 2813 ve 406 sayılı Yasalar gereğince çıkartılan yönetmelik hükümlerine uygun olduğu ve yönetmelikte belirtilen elektromanyetik şiddete ilişkin limit değerlerinin altında faaliyet gösterdiğini açıklayan bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, baz istasyonu adı verilen tesislerin işletilmesi sonucu geniş hak kitlelerine yarar sağladığı ve hizmet verildiği kuşkusuzdur. Ancak, bu yararın sağlanması karşısında kişilerin zarar görmesi de kabul edilemez. Buna göre, hizmetten elde edilen yarar ile bunun karşısında verilen zararın değerlendirilmesinde zorunluluk vardır. Öte yandan, hiç bir hizmetin insan yaşamı kadar önem ve öncelik taşıdığı düşünülemeyeceği gibi yararlı bir hizmetin karşılığı olarak insanın sağlığından olması uygun bir sonuç olarak kabul edilemez. Öyleyse, böyle bir tehlikenin varlığının saptanması halinde gerekli önlemlerin alınmasının zorunlu ve kaçınılmaz olduğu da tartışmasızdır.
Konuyla ilgili olarak 4502 sayılı Kanun'la değişik 2813 sayılı Telsiz Kanununun ve 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu hükümleri gereğince çıkartılan Telekomünikasyon Cihazlarından Kaynaklanan Elektromanyetik Alan Şiddeti Limit Değerleri Belirlenmesi Ölçüm Yöntemleri ve Denetlenmesi Hakkındaki Yönetmelik'te bir kısım usul ve esasa dair düzenlemelere yer verilmiş olup, yönetmeliğin 12. maddesinde ölçüm yapacak personelin nitelikleri belirtilmiş ve 11. maddesinde de ölçümde kullanılacak cihazların ne olacağı belirtildikten sonra nitelikleri ve özellikleri sayılmıştır.
Oysa, mahkemece hükme esas alınan rapor düzenleyen bilirkişilerin yönetmeliğin 12. maddesinde belirtilen sıfat ve vasıfları taşıdıkları, başka bir ifade ile gerekli ehliyete haiz oldukları anlaşılmakla beraber taraflar arasındaki çekişmenin giderilmesi bakımından yönetmeliğin 11. maddesinde yer verilen ölçümün hangi cihazların kullanılarak tespit edildiğine raporda yer verilmemiş olması doğru görülmemiştir.
Öte yandan, çekişmeye konu baz istasyonunun konumu itibariyle insanların yoğun olarak yaşadıkları ve hayatlarını sürdürdükleri yer içerisinde kurulduğu sabittir. Öyleyse, bundan kaynaklanacak sorumluluğun kusura dayanmayan tehlike sorumluluğu olduğu gözetildiğinde, tesisin bulunduğu ve kurulduğu yer bakımından uzun sürede kişi ve çevreye zarar verip vermeyeceği üzerinde de durularak daha uygun ve yerleşim çevresinden daha uzakta kurulmasının mümkün olup olmadığı hususlarında da raporda bir değerlendirme yapılmış değildir.
Bu belirlemelere göre, hükme esas alınan raporun duraksamaya yer bırakmayacak nitelikte açık ve içerikli olduğu söylenemez.
O halde, mahkemece eksik ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanarak yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Ayrıca, davacı dernek yönünden de davalı Vodafone A.Ş. ( öncelik malik Telsim A.Ş. ) ile diğer davalı Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı arasında yapılan ve dava konusu taşınmazda bulunan camiye baz istasyonu kurulmasına ilişkin kira sözleşmesinin taşınmaz maliki davacı derneği bağlamayacağı açıktır. Zira davacı dernek kira sözleşmesinde taraf olmadığı gibi kira sözleşmesine de muvafakati bulunmamaktadır.
Bilindiği üzere; Türk Medeni Kanununun mülkiyet hakkını düzenleyen 683. maddesinde; “bir şeye malik olan kimse hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi ... tasarrufta bulunma yetkisine saliptir. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı... her türlü elatmanın önlenmesini de dava edebilir” hükmüne yer vermiştir.
Öte yandan, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş Görevleri Hakkındaki Kanun'un 35. maddesinde, cami ve mescitlerin Diyanet İşleri Başkanlığının izni ile açılıp, Başkanlıkça yönetileceği, gerçek ve tüzel kişilerce yapılarak izinli veya izinsiz olarak ibadete açılmış bulunan camilerin yönetiminin üç ay içinde Diyanet İşleri Başkanlığına devredileceği hükmü öngörülmüştür.
Bu durumda, Diyanet İşleri Başkanlığının, ancak camilerin yönetim ve denetim işlerini yapma görevine haiz olduğu kuşkusuzdur.
Anılan 633 sayılı Yasa hükmüne göre; cami ve mescitlerin yönetiminin Diyanet İşleri Başkanlığına devredilmesi ve mülkiyet yönünden ilgili kuruluşlar adına tescili gerekiyor ise de, bu hükümlerin bir iptal ve tescil davasında gözetileceği nedeniyle kayıt iptal edilene kadar geçerli olduğundan sicil kaydının sağladığı mülkiyet hakkından kaynaklanan yetkilerini kullanmasına engel değildir. Bu nedenle, taşınmazın kayıt maliki olan davacının, dava açma sıfatına sahip olduğu tartışmasızdır.
O halde, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde işin esasının incelenmesi, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Hits: 16974