İHBAR VE YAKINMA HAKKININ KÖTÜYE KULLANILMASI
~ 10.05.2010 ~
İHBAR VE YAKINMA HAKKININ KÖTÜYE KULLANILMASI
(HGK. 22.9.2004, 360/431)
Dava, haksız yakınma nedeniyle uğranılan zararın giderimine ilişkindir. Taraflar avukattır. Davacı, Amerika’daki bir şirketin vekilidir. O şirket, ülkemizdeki bir başka şirketin de ortağıdır. Davacı, ayrıca buradaki şirket yönetim kurulunda olan iki yabancının, davalı da vatandaşımız olan ortaklardan birinin vekilliğini yapmaktadır.
Davacı, dava dilekçesinde; ortaklar arasında bir pay devrinin söz konusu olduğunu, onun için bir taslak metin hazırladığını; davalının, kendisinin (davacının) avukat kimliğini gizleyerek bu metin dolayısıyla C.Savcılığına ihbarda bulunduğunu, Mali Şube görevlilerinin avukatlık bürosuna gelerek taslak aslının bulunması için arama yapmaya ve kendisini götürmeye kalkıştıklarını; davranış biçiminin personel yanında onurunun zedelenmesine yol açtığını bildirerek davalının manevi tazminatla sorumlu tutulmasını istemiştir.
Davalı, vekil sıfatıyla yaptığı yakınma nedeniyle kendisine husumet yöneltilemeyeceğini; yakınmanın, hak arama amacına yönelik olduğunu savunmuştur.
Mahkeme, davalının, vekil edeni adına ve verilen yetkiye dayanarak yakındığı olayda “bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığının söz konusu olduğu” gerekçesiyle dava reddedilmiş, Yargıtay Özel Dairesi bu kararı bozmuş, yerel mahkeme kararında direnmiştir.
Vekâlet BK. md. 386 uyarınca yükümlenilen işlerin yönetimi ve o doğrultudaki hizmetleri kapsar. Haksız eylem, asla bu kapsamda olamaz. Vekil, vekâlet görevini yerine getirirken işlemi haksız eylem oluşturduğunda sonucuyla bizzat sorumlu tutulur; vekil edenin katkısı bulunduğunda vekâlet verdiği için değil, haksız eyleme katıldığı için ayrıca sorumluluğuna gidilir. Burada, dilekçeyi veren davalı olduğundan onun eyleminin tazminat gerektirip gerektirmeyeceği irdelenmelidir.
Hak arama özgürlüğü olarak tanımlanan ihbar ve yakınma hakkının kaynağı, Anayasa’dır. Bu hak da, her temel hak ve özgürlük gibi kötüye kullanılamaz. Kötüye kullanım, hukuka aykırılık ölçütünün olaya uygulanmasıyla belirlenir. Elbette eldeki kanıt ya da en azından emareye dayanan ihbar ve yakınma hukuka aykırı olamaz.
Dış çevreye sunulmamış, sataşma konusu olmamış, karalama, tasarı ve taslaklar, hukukça değer taşımadıklarından yakınmaya hak veren nesnelerden değildir. Davalının yakınmasına temel aldığı taslak, bu türdendir. Adalet Bakanlığı da durumu bu yönde değerlendirmiş, davacı için koğuşturma izni vermemiştir.
Emare, onun gösterdiği amaca yönelik yakınmada, hukuka uygun davranış olduğu için yakınanı sorumluluktan kurtarır, işaret ettiği konu dışında kalmış olan ithamlar ise hukuka aykırı olur; yakınıcının, o bölüm için hakkını kötüye kullandığı kabul edilir.
Kişiyi, hakkında belli bir suç işlediği yolundaki hükümlülüğe götürmeyecek düzeyde kanıtlar ya da o doğrultudaki emaret bulunması, onun ilgisiz başka suçlar işlediği biçimindeki ithamlara da katlanmasını gerektirmez. Bahane, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmaz; perdenin kaldırılması yöntemiyle gizlenen amaç ve eylem çıkartılıp sergilenerek sorumluluk belirlenmelidir.
Somut olayda davalı, taslağı emare sayarak yakınmaya bahane yapmış ve davacının avukat olduğunu gizleyerek bürosunu, ticari işyeri gibi aratma girişiminde bulunmuş; kolluk kuvvetlerince ifadesinin alınması yolunda onları yönlendirerek avukatın kişilik haklarını zedelemiştir.
Emare, kanıt düzeyine yükselmemiş belirtilerdir. Onun azı çoğu olmaz. Emare olarak benimsenen taslak böyle bir nitelik taşımamaktadır ve fakat zarar verdirmeye yönelik davranışa bahane edilmiştir. Eğer kolluk güçleri, yakınma üzerine umulmayan bir davranışa girip zarar doğurmuş olsaydı ve zarar, salt o nedenle doğmuş olsaydı, illiyet kesilir ya da zarar tırmandırılmış olsaydı artanla davalı sorumlu olmazdı. Oluşumda böyle bir durum yoktur. Yakınmadaki biçimle zarar arasında uygun nedensellik bağı vardır. Öyleyse davalı sorumlu tutulmalıdır. Zarar görenin kusuru, zarar vereninkine eşdeğer, giderek ondan daha ağır bile olsa gene de manevi tazminat gerekir.
Hits: 15247