MURİS MUVAZAASI
~ 08.05.2010 ~
MURİS MUVAZAASI
Bir kimsenin; mirasını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği, tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklanmış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin BK’nun 18. Maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşullarından yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilirler ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. Maddelerinin sağladığı haklara etkili olmaz (İBK. 1.4.1974, 1/5).
Miras bırakanın yaptığı temliki tasarruflardan zarar gören mirasçıların tenkis davası ile birlikte kademeli olarak veya tenkis davası açtıktan sonra ayrı bir dilekçe ile BK’nun 18. Maddesine dayalı muvazaa nedeniyle iptal ve tescil davası açabilirler (İBK. 22.5.1987, 4/5).
Muris muvazaası, nisbi (nitalikli-mevsuf) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada, miras bırakan, gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek; gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını tapuda yaptığı resmi sözleşmede satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklayarak devretmektedir.
Bu durumda (Bkz. 1.4.1974 gün ve 1/1 sayılı İBK) görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradesine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 634, Borçlar Kanununun 213 ve Tapulama Kanununun 26. Maddesinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, SAKLI PAY SAHİBİ OLSUN VEYA OLMASIN MİRAS HAKKI ÇİĞNENEN TÜM MİRASÇILAR dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaşabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, başka bir anlatımla miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında birlikte ve doğru biçimde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır.
Miras bırakanın sağlığında mal varlığının tamamını veya bir kısmını, mirasçıları arasında hoşgörü ile karşılanabilecek makul ölçüler içerisinde paylaştırmışsa, miras bırakanın mal kaçırma iradesinden söz edilemez. Öyleyse miras bırakanın denkleştirme yapıp yapmadığı üzerinde durulması, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden, taşınır, taşınmaz ve haklarının araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi, her bir mirasçıya geçirilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınarak paylaştırmanın mı, yoksa mal kaçırma amacının mı üstün tutulduğunun aydınlığa kavuşturulması zorunludur.
Somut olayda, davacı, 309 ada 158 parselde kayıtlı dairenin satış gösterilmek suretiyle temlik ettiğini, işlemin muvazaa nedeniyle illetli olduğunu ileri sürerek pay oranında iptal ve tescil isteğinde bulunmuş ise de; dosya içeriğinden özellikle bozmadan sonra toplanan delillerden davacıya ada 1978 yılında bir daire temlik ettiği, dava dışı Erkan’a da gizli bağış sonucunda bir mesken alındığı, bedelinin mirasbırakan tarafından karşılandığı, böylece makul ölçüler içerisinde hoşgörü ile karşılanabilecek bir paylaştırma yapıldığı saptanmıştır. Bu durumda murisin, mirasçıdan mal kaçırma amacıyla hareket ettiği söylenemez (1. HD. 20.10.1998, 9564/11285).
Muris muvazaasına dayalı iptal davaları ile tenkis davaları ileri sürülüş biçimleri, hukuksal esasları, kapsamları, hüküm ve sonuçları bakımından birbirlerinden tümüyle farklı davalardır. Bu iki dava 22.5.1987 gün ve 4/5 sayılı İBK’nda belirtildiği üzere aynı dava içerisinde kademeli istek olarak ileri sürülebileceği gibi, ayrı ayrı da açılabilir. Birbirinin açılmasını engelleyen bir yasa kuralı bulunmadığından davacılar, bunlardan birini ötekine tercihan açmaya zorlanamaz. Bu davalardan birinin önceden açılması, açık bir irade beyanı olmadan ötekisinden feragat anlamına gelmez. Biri hakkında verilen hüküm ötekisi hakkında kesin hüküm oluşturmaz.
Tenkis davaları geçerli temliki tasarruflar, muvazaa davaları ise temelde geçersiz tasarruflar hakkında açıldığından, tenkis davasında sözleşmenin geçerli olduğu olgusu kabul edilmiş ve verilen hüküm kesinleşmişse, aynı taraflar arasında görülen muvazaa davasında bu olgunun tarafları bağlayacağı ve temliki tasarrufun geçersizliğinin artık ileri sürülemeyeceği kabul edilmelidir.
Somut olayda ise önce tenkis davası açılmış, aynı taraflar arasında, aynı taşınmaz hakkında daha sonra açılan muvazaa davası görülmekte iken temliki tasarrufun geçerliliği kabul edilmek suretiyle hükmedilmiş, temyiz itirazı üzerine “murisin davalı tarafından bakılıp gözetildiği, minnet duygusu altında temlikte bulunduğu, miras yolu ile kendisine intikal eden taşınmazları da davacılara verdiği, saklı payı çiğneme kastı bulunmadığı” gerekçesiyle verilen hüküm bozulmuş, bozmaya uyularak verilen ret kararı kesinleşmiştir.
Açıklandığı üzere tenkis davasında temliki tasarrufun geçerli olduğu, bozmadan sonra tenkise dahi karar verilemeyeceği kabul edilip dava reddedildiğine göre, kesin hükümle belirlenen bu olgu, muvazaa davasında tarafları bağlar. Başka bir anlatımla sözleşmenin geçerli olduğuna ilişkin bu olgudan sonra temliki tasarrufun geçersizliği ileri sürülemez (HGK. 9.12.1998, 860/894).
“Muris Muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği bakımından nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür Söz konusu muvazaada miras bırakan, gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak; mirasçısını, miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda 1.4.1974 tarih ve E. 1, K.2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere, görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradesine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 634, Borçlar Kanununun 213 ve Tapulama Kanununun 26. Maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersizliğin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de, ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan, miras bırakan sağlığında tüm mirasçılarını gözetecek biçimde ve hoşgörü sınırları içerisinde kalan kabul edilebilir paylaşma yapmış; bu durumu toplanan deliller doğrulamış ise, elbette mirastan mal kaçırmaya yönelik muvazaalı temliklerden söz edilemez. Bunun yanı sıra, muvazaalı temlikin ya da temliklerin varlığının saptanması halinde kademeli isteklerden ilkine (iptal ve tescile) karar verilmelidir (1. HD. 26.6.1996, 7605/8056).
Temliki tasarrufa ilişkin olarak davacıların iradesini ve talebini kapsar şekilde açılan tenkis davası sonuçlanmış ve kesinleşmişse; 1.4.1974 gün ve E.1, K.2 sayılı İBK uygulanamaz (1. HD. 18.5.2000, 5687/6367).
Müvekkil, vekile taşınmazlarını yalnız satmak için vekalet vermiştir. Vekilin taşınmazları, gerçek değerin çok altında bir bedelle karısına temlik ettiği anlaşılırsa ortada satış değil, bağış vardır. Vekilin ise bağışa yetkisi olmadığı için muvazaalı olarak satış şeklinde gösterilen temlik isteminin iptali gerekir (1. HD. 5.6.1975, 4738/5804).
Danışıklı olduğundan iptali istenen işlem miras bırakan tarafından yapıldığına ve mal kaçırmak amacıyla yapıldığı da öne sürülmediğine göre dava miras bırakana bağlı olarak açılmıştır. Bu bakımdan miras bırakan gibi mirasçılar da danışığı yazılı delille ispat etmelidirler.
Davacılar, miras bırakanlarının dava konusu taşınmazdaki 129/279 payını davalıya ölünceye kadar bakılıp gözetilmesi koşuluyla temlik etmeyi amaçladığı halde tapudaki işlemi muvazaalı olarak satış gibi gösterildiğini ileri sürerek iptalini istemişlerdir. Murisin kendilerinden mal kaçırmak amacıyla hareket ettiği hususunda bir iddiada bulunmadıkları gibi hata ve hileye de dayanmamışlardır. Muris muvazaalı olduğu ileri sürülen tapuda satış olarak gösterilen işlemin tarafı olduğuna göre ancak yazılı delile dayanabilirdi. Davacılar da delil yönünden aynı durumdadırlar (1. HD. 24.1.1983, 389/410).
1.4.1974 gün ve ½ sayılı İBK’nda sözü edilen muvazaa sebebine dayanan iptal davaları bir süreye tabi değildir (8. HD. 24.12.1985, 12186/12572).
Gerçek değerle satış bedeli arasındaki aşırı fark, muvazaanın kabulü için tek başına yeterli değildir. Muvazaa, ayrıca öbür delillerle ispat edilmelidir (HGK. 6.6.1986, 273/634).
Taşınmazın iki kişi tarafından ortaklaşa satın alınması ve ortaklardan biri adına tapuya tescil edilmesi durumunda, diğer ortak tarafından açılacak iptal davasının yazılı delil ile kanıtlanması gerekir (1. HD. 30.9.1986, 8735/9774).
Taraflar kardeştir. Davacı dava konusu taşınmazı davalı kardeşi ile birlikte satın alıp, üzerine yine birlikte ev inşaa ettikleri taşınmazın müstakilen davalı adına tescil edildiğini ileri sürerek pay oranında iptal ve tescil istemiştir. Uyuşmazlığın açıklanan bu niteliğine göre, bu tür iddialar ancak yazılı delil ile ispat edilebilir (HGK. 11.11.1987, 198/829).
Muvazaa nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davaları sözleşmenin yanları arasında görülmekteyse, yazılı delil ile ispat edilmek gerekir.
Mirasçılar, miras bırakanın halefi sıfatıyla dava açmışlarsa, iddia ve taleplerin yine yazılı delil ile ispat edilmesi gerekir.
Mirasçılar, miras bırakanın halefi olarak değil de miras payını veya dokunulmaz payını isteyen sıfatıyla hareket etmişlerse, muvazaa olgusunu her türlü delille ispat edebilirler (HGK. 25.5.1988, 232/421).
Davacı, karşılıksız (muvazaalı) bir sözleşme bulunduğu halde, karşılıklı bir sözleşme biçiminde yapılan bir işlemin, saklı pay kurallarının çiğnenmesi amacıyla yapıldığını ileri sürerek iptalini istemişse, tapu kaydının tümünün iptaleni karar verilemez (HGK. 3.2.1982, 469/77).
Tapusuz taşınmazlar menkul niteliğinde olup, satış ve bağışlanmasına ilişkin sözleşmeler herhangi bir şekle bağlı bulunmamaktadır. Bu tür sözleşmeler kişisel hak doğurur. Muvazaa söz konusu olmaz. Ancak MK. 507. Maddesi uyarınca tasarrufun tenkisi istenebilir (16. HD. 29.4.1988, 1690/8185).
Kanserden muzdarip olan muris, kaldırıldığı hastahanede, son günlerini ve saatlerini yaşadığı, haleti nezi dönemine girdiği veya girmek üzere bulunduğu sırada dava konusu evini yeğeni olan davalıya kırk bin liraya satmıştır.
Satışın zorunlu ve makul nedenlere dayandığı anlaşılmadığına, 24.12.1965 gününde ödendiği kabul edilen 40.000 liralık satış bedelinden bir lirası bile 26.12.1965’te ölen miras bırakanın terekesinde çıkmadığına göre, davaya konu yapılan taşınmaza ait işlemin gerçek bir satış sözleşmesine dayandığı düşünülemez.
Satış parası murisin terekesinden çıkmadığına göre, satışın bedelli yapıldığı kabul edilemez (1. HD. 387/1256).
Muris muvazaasına dayalı davalarda şu hususlar araştırılmalıdır: 1- Ömür boyu taşınmazını elden çıkarmayı düşünmeyen bir kimsenin ölümüne birkaç gün kala mirasçılarından birine temlik etmesi (satması) özellik taşıyan anlamlı bir davranıştır. 2- Satış peşin para ile yapıldığı ve bedel oldukça yüksek bir miktardan ibaret bulunduğu halde müteveffanın terekesinden çok kere bir kuruş bile çıkmaz. 3- Müteveffanın taşınmazını hangi nedenlerle satmak zorunda kaldığı araştırılmaz. 4- Satın alanın, satış bedeli olarak gösterilen parayı ödeme gücüne sahip olup olmadığı incelenmez. 5- Taşınmazın temellük tarihindeki gerçek bedeli ile satış bedeli arasında göze çarpan bir fark mevcut olup olmadığı saptanmaz. Bir fak mevcut ise miras bırakanın bağışlama kastıyla hareket ettiği düşünülmez (1. HD. 14.10.1975, 9174/9303).
Satışa rağmen taşınmazlara davacının eskisi gibi tasarrufa devam etmesi, temlik tarihinde bir milyon liranın üstünde değeri bulunan taşınmazların 160 bin liraya satılmış gibi işlem yapılması satışın muvazaalı olduğunun karineleridir (1. HD.2.11.1978, 10321/11567).
İlke olarak, ölmüş veya sağ bir kimsenin, geçmiş bir tarihteki ruhi durumuna göre temyiz yeteneğinin bulunup bulunmadığı, onun hukuki tasarrufu yaptığı tarihteki tutum ve davranışlarının tespitiyle anlaşılır. Tutum ve davranışlar, genellikle maddi olaylardan başka bir şey olmadıklarından, tarafların miras bırakanının sözleşme tarihindeki tutum ve davranışlarının tanık dinlenerek ve mevcut ise o şahsın müşahede, tedavi ve muayenelerine ilişkin tıbbi vesikaları ve verilen raporları nazara almak suretiyle tespiti mümkündür. Maddi olgular ve belgelerden fenni sonuç çıkarmak, diğer bir deyimle maddi olgulara nazaran sözleşmenin yapıldığı tarihlerde miras bırakanın geçerli davranma yeteneğine sahip bulunup bulunmadığının belli edilmesi özel ve fenni bir bilgiye ihtiyaç da gösterebilir (4. HD. 20.11.1978, 1235/12862).
Miras bırakanın ekonomik durumu yerindedir. O kadar ki bir vakıf kurmayı bile düşünmektedir. Müteveffanın dava konusu payı satması ve hele bu satışı sembolik bir bedel karşılığında kızına yapması için geçerli ve tutarlı bir neden mevcut değildir (1. HD. 10.4.1979, 2664/4666).
Miras bırakanın yarar sağlamak istediği kişiye, üçüncü şahıslardan aldığı malın bedelini ödemesi gizli bağıştır.
Davalının çekişmeli taşınmazı alacak ekonomik güce sahip olup olmadığı araştırılmalıdır (1. HD. 12317/12081).
Sözleşmenin konusu olan her iki taşınmaz tapu sicilinde kayıtlı bulunmadığına göre, tapusuz taşınmazlar üzerindeki zilyetlikten ibaret olan hakkın devri hususuna ilişkin gizli sözleşme hiçbir şekil şartına bağlı olmadığından geçerlidir. O halde davacı tapusuz taşınmazların muvazaalı bir şekilde bağış yoluyla davalı tarafa devir ve teslim olunduğuna ilişkin belgelerin iptalini isteyemez İptali istenen belge geçerli olduğuna göre, davacı taraf ancak koşulları gerçekleşirse tenkis isteyebilir (HGK. 22.12.1983, 1905/966).
Murisin amacı ile açıkladığı iradesinin çeliştiği durumlarda “muris muvazaası” davası açılır. Ancak davada temlik tapu sicilinde de bağış olarak gerçekleştirildiğine göre açıklanan biçimde bir çelişki söz konusu olmayacağından muvazaaya dayalı dava dinlenemez (1. HD. 4315/6463).
Davada miras payları oranında iptal ve tescil isteğinde bulunulduğu dikkate alınarak, mahkemece, istekle bağlı kalınmak suretiyle davacıların miras paylarına hasren iptal ve tescil kararı vermek gerekirken, dava dışı mirasçıları da kapsar biçimde tüm mirasçılar adına iptal ve tescil kararı verilmesi yanlıştır (1. HD.18.9.1986, 9276/9276). Mirasçıların miras payı oranında iptal ve tescile karar verilmesi gereken durumlarda, tüm paydaşların davaya dahil edilmesine veya terekeye bir mümessil tayin ettirilmesine gerek yoktur (HGK. 18.9.1985, 134/693).
Muvazaa savları zamanaşımına uğramaz (HGK. 22.6.1983, 497/719).
Muvazaa nedeniyle tapu iptal ve tescil davalarında yetkili mahkeme, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir (1. HD. 5.4.1982, 4590/4067).
Muvazaa davaları, sözleşmenin yanlarından birince veya taşınmazı intikal ettiren kişinin ölümü halinde mirasçıları halefiyet yoluyla açılmışsa, yazılı delille ispatlanmalıdır (HGK. 25.5.1988, 232/421).
Muvazaalı ve üçüncü kişilerin zararlandırılması amacına yönelik bir işlem yapılmışsa, o işlemden zarar gören üçüncü kişi, tapuya şerh edilmeyen ve dolayısıyla hukuken güçlendirilmeyen şahsi hakkını aynı hak sahiplerine karşı ileri sürebilir (14. HD. 27.9.1988, 4220/5987).
Muvazaa, def’i değil, itirazdır.
Hits: 18655