KİTAP
İnşaat Hukuku Kitabı

SEÇME HAKKINI İLİŞKİN YARGI KARARLARI

~ 23.12.2020 ~

SEÇME HAKKI DEĞİŞTİRİLEBİLİR Mİ? (13. HD. 23.10.2013, 22767/10057)

ÖZET : Davacı onarım hakkını kullandığına ve seçimlik hakkını bu şekilde tükettiğine göre sonradan aracın ayıpsız misli ile değiştirilmesine yönelik bir diğer seçimlik hakkını kullanamaz.

KARAR : 

Davacı 6502 Sayılı Kanun'un 11. maddesi uyarınca ücretsiz onarım hakkını talep etmiş ve kullanmış olup hükme esas alınan bilirkişi raporunda da vasıtada herhangi bir bir arızanın olmadığı test sürüşü ile anlaşılmıştır. Hal böyle olunca; davacı onarım hakkını kullandığına ve seçimlik hakkını bu şekilde tükettiğine göre sonradan aracın ayıpsız misli ile değiştirilmesine yönelik bir diğer seçimlik hakkını kullanamaz.

SEÇİMLİK HAKLAR (13. HD. 7.12.2016, 14635/22900)

Tüketiciye tanınan seçimlik haklar yenilik doğurucu yani tüketilen haklardan olup, tüketici bunlardan ancak birini seçebilir.

KABULDEN KAÇINMA HAKKI  (13. HD. 1.2.2018, 7580/1156)

Davacı, Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında imzalanan sözleşme gereği davalının 1. etaptan bir yer vermesi gerekirken 8. etapta ve bahçe katında bulunan bir yerin verildiğini,ayrıca kura neticesinde kendisine isabet eden T8-2-3-F2 numaralı konutun kabulden kaçınma hakkını verecek ölçüde önemli ayıplar içerdiğini iddia ederek eldeki davayı açmıştır. Her ne kadar mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin taraflar açısından bağlayacağı olduğu, sözleşmede bodrum kat, bahçe kat ve çatı katların kuraya dahil edilmeyceğine yönelik açık bir düzenleme bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ise de davacı davasını yalnızca kendisine bahçe katın verilmesi hukuki sebebine dayandırmamış, 1. etap yerine 8. etaptan yer verilmesi ve kurada isabet eden konutun kabulden kaçınma hakkını verecek ölçüde önemli ayıplar içerdiği hukuki sebeplerine de dayanmıştır.Bu kapsamda davacı kendisine isabet eden yerin 1. etapta bir yer olmadığı gibi konutun içerisinden binaya ait boruların geçtiğini, pencere ve balkonun zemin seviyesinde olduğunu,duvar diplerinin rutubetlendiğini, logar kapaklarının dairenin 2 metre ilerisinde olup içerinin koku ile dolu olduğunu iddia etmiştir. Mahkemece, alınan raporda logar kapaklarının dairenin yakınında olup olmadığına ilişkin olumlu olumsuz bir tespitte bulunulmadan diğer hususların konutta var olduğu raporda açıkça belirtilmiştir. Hal böyle olunca mahkemece 1. etap yerine 8. etaptan yer verilip verilmediği ve dairenin yukarda bahsedilen ayıplar sebebiyle kabulden kaçınma hakkını verecek ölçüde ayıplı olup olmadığı hususları üzerinde durularak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken,

• SÖZLEŞME İLE BELİRLENEN TAKSİTLERDE YAPILACAK ARTIŞ ORANINA UYULMAMASI (13. HD. 3.11.2015, 33880/31770).

Davacı ile davalı arasında düzenlenen sözleşmelerin 2.2. maddesi gereğince; taksitlerdeki artış oranı, bir önceki altı aylık dönemdeki memur maaş artış oranı, TÜFE ve ÜFE oranlarını içeren endeksler arasından en düşük olanına göre artırılacaktır. Davalı Toki taksitlerdeki artış oranını hesaplarken, ek ödemelerde dahil olarak MMAO'nı nazara almakta ve bu durumda TÜFE oranı daha düşük olduğu için, TÜFE oranına göre artış oranını hesaplamaktadır. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise, MMAO'nın içinde bulunması gereken ek ödemeler düşülerek sonuca gidilmiş ve bu durumda MMAO'nın en düşük oran olduğu görülmüştür. Hesap da bu MMAO üzerinden yapılmıştır.

Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğünün 19.12.2006 tarihli yazısına göre;devlet memurlarının maaşlarındaki ortalama artış oranı ;2006 yılı Temmuz-Aralık döneminde ortalama %8.38;29.12.2008 tarihli yazısına göre;2008 yılı Temmuz-Aralık döneminde % 5.2 olmuştur.MMAO ek ödemelerle birlikte bir bütün olarak ele alınmalıdır.Bu durumda TÜFE yada ÜFE oranları daha düşük olduğundan, bu oranlardan hangisi daha düşük ise o oran esas alınarak hesaplama yapılmalıdır. Sonuç olarak davalı Toki'nin yaptığı hesap yönteminin doğru olduğu kabul edilerek, dosyadaki delillere göre konusunda uzman bilirkişi tarafından yeniden hesaplama yapılması ve sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davacıların savunduğu hesaplama yöntemi uygulanarak davanın kısmen kabulü, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

• KISA KARAR İLE GEREKÇELİ KARAR ARASINDA ÇELİŞKİ BULUNMASI (13. HD. 15.11.2017, 30442/11179).

Hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir. Mahkemece, kısa kararda “davanın kabulüyle belirtilen miktarın dava tarihinden itibaren" yazılmasına rağmen hüküm fıkrasında davanın kabulüyle belirtilen para miktarı farklı yazılarak karar verildiği, böylece kısa karar ile gerekçeli kararın hüküm fıkrası arasında çelişki oluşturulması sebebiyle hükmün bozulması gerekir.

• ZORUNLU GÖÇTEN KAYNAKLANAN ALACAK DAVASI • PEŞİN ÖDEME YAPILMASI (13. HD. 14.2.2017, 16079/1762).

Davacıların Devlet Bakanlığı koordinatörlüğünde yapılan göçmen konutlarından daire satın aldığı, ilerde maliyet hesabından mahsup edilmek üzere 2,50 TL ödediği, konutun teslim edilip tapuda devir işleminin yapıldığı, dava dışı bankadan kredi kullanıp ödeme yaptığı ancak maliyet hesabı çıkarıldığında arada oluşacak farkı da aynı koşullarda ödemeyi taahhüt ettiği dosya içeriği, aynı nitelikteki emsal dosyalar ve toplanan delillerle anlaşıldığı gibi bu hususlar tarafların ve mahkemenin de kabulündedir. Uyuşmazlık, yapılan peşin ödemenin maliyet hesabına göre borçlandığı anlaşılan davacı borcundan mahsup edilip edilmediği hakkındadır. Bilirkişi kurulu 18.04.2011 tarihli raporunda mahsup işleminin yapılmadığını beyan etmiş olup bu rapora itiraz edilmesi üzerine ek rapor düzenlenmiştir. Bilirkişi kurulu 04.02.2013 tarihli ek raporunda; kurum içi yazışmalar, başka mahkemelerde açılan emsal davalarda dosyaya ibraz edilen hesap cüzdanları ve dairemizin kararları dikkate alınarak mahsup işleminin yapıldığı kanaatine varılmıştır şeklinde görüş bildirmiştir. Mahkemece, dosyada bulunan Emlak Bankası Genel Müdürlüğünün, Devlet Bakanlığına hitaben yazılan yazıda "...21.556 kişi konut sahibi olmuş, konut sahibi olan 21.556 kişiden 6629 kişinin peşinatı borçlarından kesin borçlandırma işlemleri aşamasında mehsup edilecek olup, bu kişilerin haricindekilerin yatırdıkları peşinatlar borçlarından mahsup edilmiştir...." ibaresinin bulunduğu yine Devlet Bakanlığı'nın T.C.Ziraat Bankası A.Ş.ye hitaben yazılan 24 Mayıs 2002 tarihli yazıda "...Konut sahibi olmak üzere işin başında yatırılan 2.500.000-TL bedel maliyet hesabından tenzil edilmiştir..." yazışmalarının bulunduğu, bu doğrultuda davacının yatırmış olduğu peşinatın kesin maliyet bedelinden mahsup edildiği anlaşılmakla dava ekonomisi ve yargılamanın hızlandırılması sebebiyle yeni bir ek rapor alınmasının dosyaya fazla bir katkısı olmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de; mahsup işleminin yapılıp yapılmadığı somut olarak kanıtlanmadan sadece celbedilen yazılar ve belgelerdeki soyut ifadeler üzerine varsayıma dayalı olarak ödenen peşinatın mahsup edildiğinin kabulü yürürlükteki mevzuata ve evrensel hukuk ilkelerine aykırıdır. Bu durum Anayasa Mahkemesi'nin 17.07.2014 tarih ve 2013/4495 Başvuru sayılı ilamında da açıkça belirtilmiştir. O halde mahkemece, ödenen peşinatın mahsup edilip edilmediği yönünde, tüm belgeler dikkate alınmak suretiyle ödenen peşinatın mahsup edildiği somut olarak kanıtlandığı takdirde davanın reddine, şayet mahsup işlemi kanıtlanamıyorsa davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanlış gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

• KONUT FİNANSMANI SÖZLEŞMESİ (13. HD. 3.4.2017,17885/3902).

Dava, satın alınan taşınmazın finansmanında kullanılan kredinin, bağlı kredi niteliğinde olduğu iddiasına dayalı, eksik iş bedeli ile kira kaybından kaynaklı zararın tahsili istemine ilişkindir. Hemen belirtilmelidir ki; 6502 Sayılı Kanun'un 30/1 maddesinde bağlı kredi sözleşmesinin tanımı yapılmış, maddenin devamında koşulları, kapsamı ve müeyyidesi açıklanmıştır. Dosya kapsamından, 01.03.2011 tarihli Konut Finansmanı Sözleşmesinin, bağlı kredi sözleşmesi niteliğinde olduğu anlaşılmakla, davalı bankanın eksik iş bedelinden sorumlu tutulmuş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ancak, anılan yasa hükmüne göre, davalı bankanın kira kaybında kaynaklı zarardan sorumlu tutulması mümkün olmayıp, kararın bu yön itibariyle doğru olduğu söylenemez. Usul ve yasaya aykırı kararın bozulması gerekmiştir.

GÖÇMENEVLERİ PROJESİNDEN KAYNAKLANAN ALACAK DAVASI • PEŞİN ÖDEME YAPILMASI • MAHSUP İŞLEMİ (13. HD. 7.2.2017, 16243/1453).

Davacı, 1989 yılında ilgiliden zorunlu göçe tabi tutularak Türkiye'ye geldiğini, Devlet bakanlığınca hazırlanan göçmen evleri projesi kapsamında borçlandırılarak konut satın aldığını, bu bağlamda eski para ile 13.000.000 TL peşinat ödediğini, bu ödemenin konut maliyetinden düşülmesi gerekirken düşülmediğini ileri sürerek, bu ödemenin güncelleştirilerek fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000.00.TL'nın faizi ile davalıdan tahsilini istemiş, yargılama sırasında verilen ıslah dilekçesi ile talebini 19.699,69 TL'ye yükseltmiştir.

Davalılar, davanın haksız olduğunu savunarak davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemenin, davanın kabulüne dair 21.04.2011 tarih ve 2010/7644 Esas 2011/321 Karar sayılı kararı Dairemizce davalılar yararına bozulması üzerine mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkemenin 21.04.2011 tarih ve 2010/7644 Esas 2011/321 Karar sayılı kararının temyizi üzerine Dairemizin 22.12.2011 tarih ve 2011/10351 Esas 2011/20015 Karar sayılı ilamı ile “Mahkemece, alınan bilirkişi raporunda soyut ifadelerle ödenen peşinatın mahsup edilmediğine dair düşünce esas alınarak peşinatın güncelleştirilmiş değerinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. Yukarda açıklandığı üzere davalılar mahsup işleminin yapıldığını ve peşin ödemenin mahsup edildiğini savunmaktadır. Taraflar arasındaki borçlanma sözleşmesine göre davacının kullandığı kredi üzerinden borçlandığı anlaşılmaktadır. Buna karşılık yapılan maliyet hesaplarında göçmen konutlarının şerefiyelendirmesi de gözetildiğinde maliyetlerin davacı borçlanmasının üzerinde kaldığı görülmektedir. Bu durumda mahkemece taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli olacak şekilde yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılarak, borçlandırma işleminin başlangıcında mahsuplaşmanın yapılıp yapılmadığı, konutun maliyet bedeli, borçlandırma bedelinden yüksek olduğu takdirde davacının maliyet bedelinden borçlanmayı kabul ettiği halde daha düşük miktarda borçlandırılmasının kabul edilebilir açıklaması yaptırılmalı, ödenmesi gereken taksitlerden mahsup işlemi yapılıp yapılmadığı dosya içindeki ve emsal dosyalardaki listeler ve yazışmalar değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.” şeklinde davalılar yararına hükmün bozulması üzerine, mahkemece bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir. Bu husus davalılar yararına, bozma ilamı dışında kalan hususlarda davacı yararına usulü kazanılmış hak niteliğindedir. Bozma ilamına uyulduktan sonra mahkemece, bilirkişiden rapor alınmıştır. Bilirkişi kurulu raporunda; davacının peşin ödediği miktardan 2,5 TL lik kısmın dosyadaki kayıtlardan aylara dağılarak nisan 1993 tarihine kadar mahsuplaşmasının olduğu, peşin ödenenden geriye kalan 10,5-TL nin mahsuplaşmasının olduğuna dair belgeye rastlanmadığı, ancak 76,71+10,5-TL=87,21 Ödenmiş olduğundan bu bedelinde maliyetin altında kaldığından kalan 10,5-TL ninde mahsuplaşılmış olduğu şeklinde görüş bildirmiştir. Mahkemece, Göçmenevleri Projesi kapsamında davacılara tahsis edilen konutun, ... / ...de inşaa edilen konutlar arasında yer aldığı, davacının konut tesliminden önce ileride mahsuba esas olmak üzere peşinat olarak ödenen miktarın ilk taksitlerin ödenmesi aşamasında borçtan mahsup edildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de; mahsup işleminin yapılıp yapılmadığı somut olarak kanıtlanmadan sadece celbedilen yazılar ve belgelerdeki soyut ifadelere dayalı olarak ödenen peşinatın mahsup edildiğinin kabulü yürürlükteki mevzuata ve evrensel hukuk ilkelerine aykırıdır. Bu durum Anayasa Mahkemesi'nin 17.07.2014 tarih ve 2013/4495 Başvuru sayılı ilamında da açıkça belirtilmiştir. O halde mahkemece, ödenen peşinatın mahsup edilip edilmediği yönünde, tüm belgeler üzerinde inceleme yapılarak, ödenen peşinatın mahsup edildiği somut olarak kanıtlandığı takdirde davanın reddine, aksi takdirde davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme sonucu yanlış gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

• KONUT FİNANASMANI SÖZLEŞMESİ • HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE (13. HD. 13.3.2018, 40531/3017)

'Bağlı Kredi' kavramı 4077 Sayılı Kanun'un 10/5 maddesiyle 10/B maddesinde tanımlanmış olup, kredi veren kuruluşun verdiği kredinin bağlı kredi sayılabilmesi için, tüketici kredisinin veya konut kredisinin münhasıran belirli bir malın veya hizmetin veya konutun tedarikine dair bir sözleşmenin finansmanı için verilmesi ve bu iki sözleşmenin objektif açıdan ekonomik birlik oluşturması gerekmekte olup, bu koşulları taşımayan tüketici kredisinin bağlı kredi olarak kabulünün olanaksız olduğu belirtilmektedir. Belirlenen bu tanım ışığında dava dosyası incelendiğinde, davacı ile davalı banka arasındaki kredi sözleşmesinin bağlı kredi niteliğinde bulunduğu anlaşılmakla birlikte, 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 4/3. maddesinde “İmalatçı-üretici, satıcı, bayi, acente, ithalatçı ve 10. maddenin beşinci fıkrasına veya 10/B maddesinin dokuzuncu fıkrasına göre kredi veren, ayıplı maldan ve tüketicinin bu maddede yer alan seçimlik haklarından dolayı müteselsilen sorumludur. 10/B maddesinin dokuzuncu fıkrasına göre kredi veren konut finansmanı kuruluşunun sorumluluğu teslim tarihinden itibaren 1 yıl süre ve kullandırdığı kredi miktarı ile sınırlıdır. Konut finansmanı kuruluşları tarafından 10/B maddesinin dokuzuncu fıkrasına göre verilen kredilerin devrolması halinde dahi, kredi veren konut finansmanı kuruluşunun sorumluluğu devam eder. Krediyi devralan kuruluş bu madde kapsamında sorumlu olmaz. Ayıplı malın neden olduğu zarardan dolayı birden fazla kimse sorumlu olduğu takdirde bunlar müteselsilen sorumludurlar. Satılan malın ayıplı olduğunun bilinmemesi bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz.” hükmü ve yeni 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 35/2. maddesinde “ Bağlı kredilerde, konutun hiç ya da gereği gibi teslim edilmemesi sebebiyle tüketicinin bu Kanunun 11. maddesinde belirtilen seçimlik haklarından birini kullanması hâlinde, satıcı ve konut finansmanı kuruluşu müteselsilen sorumludur. Ancak, konut finansmanı kuruluşunun sorumluluğu; konutun teslim edilmemesi durumunda konut satış sözleşmesinde veya bağlı kredi sözleşmesinde belirtilen konut teslim tarihinden, konutun teslim edilmesi durumunda konutun teslim edildiği tarihten itibaren, kullanılan kredi miktarı ile sınırlı olmak üzere bir yıldır.” hükmü gereğince davalı bankanın sorumluluğu kredi miktarı ve konutun tesliminden itibaren sadece 1 yıllık süre ile sınırlıdır. Söz konusu olan bu süre emredici hukuk kuralı olması sebebiyle hak düşürücü süredir. Hak düşürücü süreler hakim tarafından taraflarca ileri sürülmese bile her aşamada resen gözetilir.

Dava dilekçesinde davacı tarafça da ifade edildiği üzere konutun sözleşmeye göre teslim edilmesi gereken tarih 30.08.2008 tarihidir. Hal böyle olunca davalı banka açısından söz konusu 30.08.2008 tarihinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre geçmiştir. Mahkemece, davalı banka yönünden 1 yıllık hak düşürücü sürenin geçmesi sebebiyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

• TÜKETİCİ MAHKEMESİ (23. HD. 21.4.2016, 1823/2550).

Dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6502 Sayılı Kanun'un 3/l bendi ile tüketici işlemi kapsamına eser sözleşmeleri de alınmışsa da, somut olayda olduğu gibi arsasına karşılık bağımsız bölüm alacak olan arsa sahibinin salt kişisel tüketim amacından söz edilemeyeceği, bu amacın tüketim ihtiyacını aştığı, Kanun'un 3/k maddesindeki "tüketici" tanımına uymadığı anlaşılmaktadır. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi, taşınmaz satış vaadi ve inşaat sözleşmesini birlikte kapsayan karma bir sözleşmedir. Bu sözleşmede arsa sahibinin tek amacı kullanmak için konut ihtiyacını gidermek değildir. Başlıca amaçlarından birisi de arsasına değer katacak yapının inşaa edilmesidir. Bu durum, 6502 Sayılı Yasada açıklanan tüketicinin amaçlarından farklıdır. İşbu sözleşmeye konu işin, üst düzey teknoloji gerektirmesi, kapsamı, karmaşıklığı dikkate alındığında yasa koyucunun salt kullanma ve tüketim amacıyla yapılan, basit nitelikteki, dar kapsamlı olağan tüketim işlemini konu alan eser sözleşmelerini, 6502 Sayılı Kanun'un 35/l maddesi kapsamına aldığı ve tüketici mahkemesince bakılmasını öngördüğünün kabulü icap eder. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi ile ilgili davaların kapsamı ve karmaşıklığı dikkate alınarak, basit yargılama usulüne tabi tutularak kısa ve basit bir şekilde sonuçlandırılmasının sakıncaları da dikkate alınmalıdır. Buna göre, işbu uyuşmazlık, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan tazminatın tahsili istemini içermesi karşısında, davaya genel mahkeme olarak Asliye Hukuk Mahkemesi'nin bakması gerekirken, yanılgılı gerekçeyle Tüketici Mahkemesi'nin görevli olduğuna karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

• KENTSEL DÖNÜŞÜM KAPSAMINDA TESLİMDE GECİKME • ANAHTAR TESLİMİ DAİRE TAAHHÜDÜ (13. HD. 1.3.2018, 9980/2719).

Davacı, eldeki dava ile davalı ile imzaladıkları sözleşme gereğince kendisine 1. etap konutlarından daire verileceğinin taahhüt edilmesine rağmen kura çekiliş listesine göre kendisine teslim edilecek dairenin 12. etapta olduğunu, kendisine vaad edilen bölgeden yer verilmediğini, kuraya tabi tutulan konutlar arasında fahiş fiyat farkı bulunduğunu ileri sürerek, taahhüt edilen 1. etap konutları ile kendisine verilen 12. etap konutları arasındaki bedel farkını, proje dağıtım payı zararını ve geç teslim sebebiyle uğradığı zararın tazminini istemiş, davalı inşaat alanının tamamının 1. etap olduğunu, etabın kendi içinde bölgelere ayrıldığını, şerefiye payının alınmayacağına yönelik düzenleme sebebiyle proje dağıtım payı zararının istenemeyceğini, aralarında teslim tarihinin kararlaştırılmadığını savunmuştur. Mahkemece teslim tarihinin taraflar arasında kararlaştırılmaması, davacının bu iddiasına yönelik delil sunmaması ve sözleşmede şerefiye farkının alınmayacağına yönelik düzenleme bulunması sebebiyle davacının tüm teleplerinin reddine karar verilmiş ise de; davacının dava dilekçesindeki talepleri arasında yer alan 1. etaptan yer verimesi gerekirken 12. etaptan yer verildiği iddiası üzerinde hiç durulmamıştır. Taraflar arasında imzalanan 07.12.2005 tarihli sözleşmede "davalı belediyenin, davacıya 1. etap konut adalarında üretilecek 120 ve 100 m2'lik 2 adet daireyi anahtar teslimi vereceğini" taahhüt ettiği anlaşılmaktadır. Dosya kapsamında alınan bilirkişi kurulu raporunda davanın yalnızca verilmesi vaad edilen 100 m2'lik konuta dair olduğu, etap farkına dair iddianın ise şerefiye farkı zararının kapsamında olduğu yönünde rapor tanzim edildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda bilirkişi kurulunca etap ile ilgili savunmalar ve iddialar üzerinde yeterince durulmaksızın mahkemenin takdirine bırakıldığı, mahkemenin de bu hususu hiç değerlendirmediği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca; mahkemece, davalı ve davacının etapla ilgili savunması üzerinde durularak, inşaat alanının tamamının kaç etaptan oluştuğu, kendi içinde bölgelere ayrılıp ayrılmadığı, davacıya verilen taşınmazların hangi etapta yer aldığının tespit edilebilmesi için gerektiğinde mahallinde keşif yapılarak uzman bilirkişi marifetiyle açıklamalı, taraf, hâkim ve Yargıtay denetimine elverişli bir rapor alınmak suretiyle sonucuna göre hüküm tesis edilmesi gerekirken, yazılı şekilde eksik inceleme ve değerlendirme sonucu karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

• DEVRE MÜLK SÖZLEŞMESİNİN İPTALİ VE ÖDENEN BEDELİN İADESİ  (13. HD. 20.12.2018, 3310/12504)

Davalı .... Tur. İnş. Tic. Ltd. Şti.'nin temyiz itirazları bakımından; Dava, davacı tarafından imzalanan devremülk satış sözleşmesinin iptali ve ödenen bedelin iadesine ilişkindir. Taraflar arasında 11.10.2014 tarihli devremülk satış sözleşmesi imzalanmıştır. Söz konusu sözleşme incelendiğinde tapuda pay devrini içeren bir sözleşme olduğu anlaşılmaktadır. Dava konusu taşınmazlara ilişkin tapunun 17.11.2014 tarihinde davacıya verildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, devri gerçekleştirilen tapunun, yapı kullanma izin belgesi olup olmadığı araştırılmaksızın taraflar arasındaki sözleşmenin 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanununda düzenlendiği, bu tarz sözleşmelerin resmi şekilde yapılması ve konut tarzı yapılara ilişkin olarak oluşturulması gerektiği, davaya konu sözleşmenin resmi şekilde yapılmadığı, ortada geçersiz bir sözleşme bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne ilişkin hüküm kurulmuştur. Her ne kadar taşınmaz devrini içeren sözleşmenin adi yazılı şekilde yapılması geçersiz ise de taşınmazın tapusunun verilmesi ile geçersiz olan sözleşme geçerlilik kazanacaktır. Bu durumda mahkemece davalı tarafından tapunun davacıya devredildiği anlaşıldığından yapı kullanma izin belgesinin, kullanıma ilişkin iskan ruhsatının olup olmadığı ve devri gerçekleştirilen taşınmaz üzerinde keşif yapılarak inşaatın tamamlama oranının ne olduğu, devremülk satış sözleşmesinin feshine ilişkin koşulların oluşup oluşmadığı araştırılarak taraf delilleri toplanıp sonucuna göre bir karara verilmesi gerekirken, mahkemece, yazılı şekilde yanılgılı gerekçe ve eksik inceleme ile davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

• YAPILMAYAN VEYA EKSİK YAPILAN İŞLER NEDENİ İLE OLUŞAN DEĞER KAYBININ ÖDETİLMESİ • GİZLİ AYIP • YEŞİL ALANIN TAAHHÜT EDİLEN METREKAREDE OLMAMASI DURUMU • AYIP İHBARI 4077/m.430 (13. HD. 24.6.2019, 8227/7603)

ÖZET : Dava, satış esnasında sunulan projede ve tanıtımlarda belirtilen ancak bunlara uygun olarak yapılmayan veya eksik yapılan işler nedeni ile davacının satın aldığı konutta oluşan değer kaybının ödetilmesi talebine ilişkindir.Mahkemece, hükme esas alınan raporu düzenleyen bilirkişi heyetinden “makine mühendisliği alanındaki eksiklik” olarak nitelendirilen imalatlara ilişkin ayıpların tek tek neler olduğu, bu hususların gizli ya da açık ayıp olup olmadığı belirlenerek, her bir durum için kanunun aradığı sürelerde ihbarın yapılıp yapılmadığı hususunda taraf ve yargı denetimine esas gerekçeli ek rapor tanzimi sağlanarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken bu konuda gerekli inceleme ve araştırma yapılmaksızın eksik inceleme ile hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırıdır.

Davacının dava dilekçesinde tanımladığı yeşil alanın taahhüt edilen metrekarede olmaması durumunun davacının satın aldığı bağımsız bölümün ekonomik değerini düşüren açık ayıp niteliğinde olduğu, davalıların bu ayıbı gizlemek için de herhangi bir hileye başvurmadığı, davacının bu ayıplardan bağımsız bölümü satın ve teslim aldığı tarihte kolayca bilgi sahibi olabileceği kuşkusuzdur. Davacının teslim aldığı bağımsız bölüm nedeniyle, malın teslim tarihinden itibaren 30 gün içinde davalıya ayıp ihbarında bulunmadığı da anlaşılmaktadır. Mahkemece, bu kalemler yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekir.Açıklanan nedenlerle karar bozulacaktır.

KARAR : 

Dava, satış esnasında sunulan projede ve tanıtımlarda belirtilen ancak bunlara uygun olarak yapılmayan veya eksik yapılan işler nedeni ile davacının satın aldığı konutta oluşan değer kaybının ödetilmesi talebine ilişkindir.

Davalılar, ayıp ve eksik bulunmadığını, ayıp ihbarının süresinde yapılmadığını bildirerek, davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.

Davacı tüketici olduğuna göre, tüketici hukuku ile ilgili ayıba ilişkin düzenleme, 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ( TKHK )'un 4. maddesinde yer almaktadır.

Anılan maddenin birinci fıkrasında; “Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda yer alan veya satıcı tarafından vaat edilen veya standardında tespit edilen nitelik ve/veya niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mal veya hizmetler, ayıplı mal veya ayıplı hizmet olarak kabul edilir.” denilmekte, devam eden fıkralarda ise buna ilişkin biçimsel koşullar sayılmaktadır.

Ayıp; yasa yada sözleşmede öngörülen unsurlardan birinin veya birkaçının eksikliği yada olmaması gereken vasıfların olmasıdır.

Yukarıda da ayrıntısı ile açıklandığı üzere; malın ayıplı olması halinde taraflara ait hak ve yükümlülüklerin nelerden ibaret olduğu, 4822 Sayılı Kanun'la değişik 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4.maddesinde düzenlenmiş; ayıbın gizli ya da açık olması halleri için ayrı ihbar süreleri getirilmiş; hatta ayıbın ağır kusur veya hile ile gizlenmesi halinde zamanaşımı süresinden yararlanılamayacağı, açıkça ifade edilmiştir.

Maddeye göre, tüketici kendisine sağlanan mal ve hizmetle ilgili ayıplı olup olmama konusunda gerekli muayeneyi ( denetimi ) yapacak ve bu muayene sonucu, mal yada hizmetle ilgili saptadığı ayıpları, mal veya hizmetin sağlanmasından itibaren ihbar süreleri içinde, kendisine mal yada hizmet sağlayan sözleşmenin tarafına bildirecektir; bu bildirim ( ayıp ihbarı ) ödevi ihmal edildiğinde, tüketici, ayıba dayalı yasal haklarını kaybedecektir. 6098 Sayılı TBK.'nun bu konudaki 223. ( 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 198/2'de ) maddesinde ifade edildiği gibi, ayıp ihbarının yapılmaması, tüketicinin ifa konusu mal ya da hizmeti, bulunduğu hal üzere kabul ettiği sonucunu doğuracak ve bu yönde gerçekleşen varsayımın aksi, hiçbir suretle kanıtlanamayacaktır.

Dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 4077 Sayılı TKHK.'nun 4. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre; tüketici, malın teslimi tarihinden itibaren otuz gün içerisinde açık ayıpları satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür.

Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun'da gizli ayıpların ne kadar sürede satıcıya ihbar edileceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Öyle olunca, 4077 Sayılı TKHK'nun 30. maddesi gereğince, bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde, genel hükümlere göre uyuşmazlığın çözümü gerekli olduğundan, dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 Sayılı TBK.'nun bu konudaki 223. maddeye göre, ( 818 Sayılı BK'nun 198.maddesi ), alıcı, teslim aldığı malı işlerin olağan akışına göre, imkân bulunur bulunmaz gözden geçirmek ve satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp gördüğü zaman bunu satıcıya uygun süre içinde ihbar etmekle yükümlüdür. Bunu ihmal ettiği takdirde, satılanı kabul etmiş sayılır. Ancak, satılanda olağan bir gözden geçirme ile meydana çıkarılamayacak bir ayıp bulunması halinde, bu ayıp sonradan meydana çıkarsa, bu durumu da hemen satıcıya bildirmediği takdirde yine satılanı bu ayıp ile birlikte kabul etmiş sayılır. O halde, gizli ayıpların, dava zamanaşımı süresi içinde ve ayıp ortaya çıktıktan sonra hemen ( dürüstlük kuralına uygun olan en kısa sürede ), ihbar edilmesi; ayıbın açık mı, yoksa gizli mi olduğunun tayininde ise, ortalama ( vasat ) bir tüketicinin bilgisinin dikkate alınması, gerekmektedir.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; davacının 16.3.2011 tarihinde satın aldığı bağımsız bölümün davacıya 19.07.2012 tarihinde teslim edildiği ve 21.1.2014 tarihinde de eldeki bu davanın açıldığı dosya kapsamı ile anlaşılmaktadır.

Hükme esas alınan bilirkişi heyeti raporunda ( mekanik tesisat ile ilgili makine mühendisinin görüşleri ) ve mahkemece mekanik tesisat ile eksik ve ayıp olarak olarak belirtilen hususların 4077 Sayılı kanunda ''ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda yer alan veya satıcı tarafından vaat edilen veya standardında tespit edilen nitelik ve/veya niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran'' şeklinde tanımlanmış nitelikte olup olmadığı, bunların teslim tarihinde kolayca anlaşılabilecek nitelikte açık ayıp olup olmadığı, açık ayıp niteliğinde değilse kullanım ve mevsimlerdeki ..., kar, güneş ve ısı durumları dikkate alınarak ne zaman oluştuğu ya da oluşacağı ve bunu normal vasıflardaki tüketicinin ne zaman farkedebileceği ile bağımsız bölümün teslim tarihi de göz önünde bulundurularak yasal süresi içinde ayıp ihbarında bulunulup bulunulmadığı hususlarına yeterince yer verilmediği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca mahkemece, hükme esas alınan raporu düzenleyen bilirkişi heyetinden “makine mühendisliği alanındaki eksiklik” olarak nitelendirilen imalatlara ilişkin ayıpların tek tek neler olduğu, bu hususların gizli ya da açık ayıp olup olmadığı belirlenerek, her bir durum için kanunun aradığı sürelerde ihbarın yapılıp yapılmadığı hususunda taraf ve yargı denetimine esas gerekçeli ek rapor tanzimi sağlanarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken bu konuda gerekli inceleme ve araştırma yapılmaksızın eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2- )Davalıların, mahkemece bilirkişi raporu doğrultusunda eksik ifa olarak nitelendirilen eksik işlerle ilgili temyiz itirazı yönünden yapılan incelemede ise; her ne kadar hükme esas alınan bilirkişi raporunda ''katalogdaki arsa alanının 202.500 m2 iken yerinde 195.186 m2 olduğunu, yeşil alanın ise katalogda 160.000 m2 vaat edilmiş iken fiili durumda 121.296 m2 olduğu, arsa alanı ve yeşil alanların eksik teslim edilmiş olduğu, bu eksikliğin bir harita ve kadastro mühendisi uzmanı tarafından yapılacak inceleme ile anlaşılacak nitelikte olduğu, anılan eksikliklerin ortalama bir tüketicinin tapu kaydına veya projesine bakarak anlayacağı bir husus olmadığı'' belirtilmiş ve buna göre davacının talebi kabul edilmiş ise de; davacının dava dilekçesinde tanımladığı yeşil alanın taahhüt edilen metrekarede olmaması durumunun davacının satın aldığı bağımsız bölümün ekonomik değerini düşüren açık ayıp niteliğinde olduğu, davalıların bu ayıbı gizlemek için de herhangi bir hileye başvurmadığı, davacının bu ayıplardan bağımsız bölümü satın ve teslim aldığı tarihte kolayca bilgi sahibi olabileceği kuşkusuzdur. Davacının teslim aldığı bağımsız bölüm nedeniyle, 4077 Sayılı Kanun'un 4. maddesi gereğince malın teslim tarihinden itibaren 30 gün içinde davalıya ayıp ihbarında bulunmadığı da anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca bu kalemler yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme ve yazılı gerekçe ile bu talebin kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

13. HUKUK DAİRESİ

E. 2016/10184

K. 2019/7629

T. 24.6.2019

• TAAHHÜT EDİLEN VİLLA İLE TESLİM EDİLEN VİLLANIN ÖZELLİKLERİ BAKIMINDAN BİRBİRİNDEN FARKLI OLMASI • AÇIK AYIP • İSPAT YÜKÜ • GİZLİ AYIP

ÖZET : Uyuşmazlık; dava konusu olayda “ayıplı ifa” mı, yoksa “eksik ifa”nın mı söz konusu olduğu; burada varılacak sonuca göre satıcının sorumluluğuna gidilebilecek ihbar ve zaman aşımı süreleri ile talep hakkının kapsamının ne olduğu noktalarında toplanmaktadır. Somut olaya dönülecek olursa; mahkemece bilirkişi raporu esas alınarak davanın kabulüne karar verilmiş ise de, bilirkişi raporunda gizli ayıp olarak nitelendirilen mesela ( duvarların saten yağlı boya yerine su bazlı plastik duvar boyası kullanılması, ve otomat sigorta ve komütatörlerin chint marka olması...vs ) ayıpların açık ayıp olduğu, yine bilirkişi raporunda eksik ifa olarak nitelendirilen mesela ( güvenlik sistemine esas teşkil edecek kamera alt yapısının yapılmamış olması, bodrum kattaki teknik odaya jeneratör hattının çekilmemiş olması..vs ) ayıp kavramları içerisinde değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bu hususa ek olarak; ileri sürülen ayıpların nitelendirmesi yapıldıktan sonra; “gizli ayıp” olarak nitelendirilen ayıplar yönünden kullanım ve mevsimlerdeki kar, güneş ve ısı durumları dikkate alınarak ne zaman oluştuğu yada oluşacağı ve bunu normal vasıflardaki tüketicinin ne zaman farkedebileceği ile bağımsız bölümün teslim tarihi ve tespit tarihi de göz önünde bulundurularak yasal süresi içinde ayıp ihbarında bulunulup bulunulmadığı hususlarına yeterince yer verilmediği anlaşılmaktadır. Yine TBK'nun 223 ( BK'nun 198. maddesi ) hükmü ile gizli ayıplar yönünden kendisine yüklenen “hemen ihbar” mükellefiyetini yerine getirip getirmediğini ispat yükü davacıdadır. Site yönetiminin veya diğer tüketicilerin, tüketici adına ayıp ihbarında bulunma hak ve yetkisi bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca mahkemece, hükme esas alınan raporu düzenleyen bilirkişi heyetinden “gizli ayıp” olarak nitelendirilen imalatlara ilişkin ayıpların tek tek neler olduğunun belirlenerek, ihbarının süresinde yapılıp yapılmadığı hususunda ayıpların niteliği ve ortaya çıktıkları ( kullanım ve mevsimlerdeki kar, güneş ve ısı durumları dikkate alınarak bu ayıpların ne zaman oluştuğu yada oluşacağı ve bunu normal vasıflardaki bir tüketicinin ne zaman farkedebileceği ) zaman dilimi ve tarafların delilleri dikkate alınarak taraf ve yargı denetimine esas gerekçeli ek rapor tanzimi sağlanarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekir.

KARAR : 

Uyuşmazlık; dava konusu olayda “ayıplı ifa” mı, yoksa “eksik ifa”nın mı söz konusu olduğu; burada varılacak sonuca göre satıcının sorumluluğuna gidilebilecek ihbar ve zaman aşımı süreleri ile talep hakkının kapsamının ne olduğu noktalarında toplanmaktadır.

Davacı tüketici olduğuna göre, tüketici hukuku ile ilgili ayıba ilişkin düzenleme, 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4. maddesinde yer almaktadır. Anılan maddenin birinci fıkrasında; “Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda yer alan veya satıcı tarafından vaat edilen veya standardında tespit edilen nitelik ve/veya niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mal veya hizmetler, ayıplı mal veya ayıplı hizmet olarak kabul edilir.” denilmekte, devam eden fıkralarda ise buna ilişkin biçimsel koşullar sayılmaktadır.

Ayıp kavramı ile eksik iş ise birbirinden farklıdır.

Ayıp; yasa yada sözleşmede öngörülen unsurlardan birinin veya birkaçının eksikliği yada olmaması gereken vasıfların olmasıdır.

Eksik iş ise; sözleşme konusu işlerin yapılmaması yani hiç yapılmayan iştir.

Eksik ifa ise, kanunlarımızda tanımı yapılmamakla birlikte, 4077 Sayılı Kanun'un 4. maddesinde sayılan ayıp kavramı içerisinde mütalaa olunmaktadır.

Yukarıda da ayrıntısı ile açıklandığı üzere; malın ayıplı olması halinde taraflara ait hak ve yükümlülüklerin nelerden ibaret olduğu, 4822 Sayılı Kanun'la değişik 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4.maddesinde düzenlenmiş; ayıbın gizli ya da açık olması halleri için ayrı ihbar süreleri getirilmiş; hatta ayıbın ağır kusur veya hile ile gizlenmesi halinde zamanaşımı süresinden yararlanılamayacağı, açıkça ifade edilmiştir.

Buna göre; satılan maldaki ayıp açık ayıp niteliğinde ise, 4077 Sayılı Kanun'un 4.maddesi uyarınca malın teslim tarihinden itibaren 30 gün içinde; gizli ayıp niteliğinde ise, dava zamanaşımı süresi içinde ve ayıp ortaya çıktıktan sonra derhal ( dürüstlük kuralına uygun olan en kısa sürede ), ihbar edilmesi; ayıbın açık mı, yoksa gizli mi olduğunun tayininde ise, ortalama ( vasat ) bir tüketicinin bilgisinin dikkate alınması gerekmektedir.

Somut olaya dönülecek olursa; mahkemece bilirkişi raporu esas alınarak davanın kabulüne karar verilmiş ise de, bilirkişi raporunda gizli ayıp olarak nitelendirilen mesela ( duvarların saten yağlı boya yerine su bazlı plastik duvar boyası kullanılması, ve otomat sigorta ve komütatörlerin chint marka olması...vs ) ayıpların açık ayıp olduğu, yine bilirkişi raporunda eksik ifa olarak nitelendirilen mesela ( güvenlik sistemine esas teşkil edecek kamera alt yapısının yapılmamış olması, bodrum kattaki teknik odaya jeneratör hattının çekilmemiş olması..vs ) ayıp kavramları içerisinde değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

Bu hususa ek olarak; ileri sürülen ayıpların nitelendirmesi yapıldıktan sonra; “gizli ayıp” olarak nitelendirilen ayıplar yönünden kullanım ve mevsimlerdeki ..., kar, güneş ve ısı durumları dikkate alınarak ne zaman oluştuğu yada oluşacağı ve bunu normal vasıflardaki tüketicinin ne zaman farkedebileceği ile bağımsız bölümün teslim tarihi ve tespit tarihi de göz önünde bulundurularak yasal süresi içinde ayıp ihbarında bulunulup bulunulmadığı hususlarına yeterince yer verilmediği anlaşılmaktadır. Yine TBK'nun 223 ( BK'nun 198. maddesi ) hükmü ile gizli ayıplar yönünden kendisine yüklenen “hemen ihbar” mükellefiyetini yerine getirip getirmediğini ispat yükü davacıdadır. Site yönetiminin veya diğer tüketicilerin, tüketici adına ayıp ihbarında bulunma hak ve yetkisi bulunmamaktadır. Hal böyle olunca mahkemece, hükme esas alınan raporu düzenleyen bilirkişi heyetinden “gizli ayıp” olarak nitelendirilen imalatlara ilişkin ayıpların tek tek neler olduğunun belirlenerek, ihbarının süresinde yapılıp yapılmadığı hususunda ayıpların niteliği ve ortaya çıktıkları ( kullanım ve mevsimlerdeki ..., kar, güneş ve ısı durumları dikkate alınarak bu ayıpların ne zaman oluştuğu yada oluşacağı ve bunu normal vasıflardaki bir tüketicinin ne zaman farkedebileceği ) zaman dilimi ve tarafların delilleri dikkate alınarak taraf ve yargı denetimine esas gerekçeli ek rapor tanzimi sağlanarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken bu konuda gerekli inceleme ve araştırma yapılmaksızın eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

13. HUKUK DAİRESİ

E. 2016/16917

K. 2019/7076

T. 11.6.2019

• EKSİK YAPILAN İŞLERDEN KAYNAKLANAN DEĞER KAYBININ ÖDETİLMESİ • SALON ORTASINDA KOLON BULUNMASI • AÇIK AYIP 4077/m.4

ÖZET : Dava, satış esnasında sunulan projede ve tanıtımlarda belirtilen ancak bunlara uygun olarak yapılmayan veya eksik yapılan işler nedeni ile davacının satın aldığı konutta oluşan değer kaybının ödetilmesi talebine ilişkindir.Davacının bahsettiği salon ortasında bulunan kolonun davacının satın aldığı bağımsız bölümün ekonomik değerini düşüren açık ayıp niteliğinde olduğu, davalının bu ayıbı gizlemek için de herhangi bir hileye başvurmadığı, davacının bu ayıptan bağımsız bölümü satın ve teslim aldığı tarihte kolayca bilgi sahibi olabileceği kuşkusuzdur. Davacının teslim aldığı bağımsız bölüm nedeniyle, 4077 Sayılı Kanun'un 4. maddesi gereğince malın teslim tarihinden itibaren 30 gün içinde davalıya ayıp ihbarında bulunmadığı da anlaşılmaktadır. Açıklanan gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi gerekir.

KARAR

Dava, satış esnasında sunulan projede ve tanıtımlarda belirtilen ancak bunlara uygun olarak yapılmayan veya eksik yapılan işler nedeni ile davacının satın aldığı konutta oluşan değer kaybının ödetilmesi talebine ilişkindir.

Davalı, ayıp ve eksik bulunmadığını, ayıp ihbarının süresinde yapılmadığını bildirerek, davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.

Davacı tüketici olduğuna göre, tüketici hukuku ile ilgili ayıba ilişkin düzenleme, 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ( TKHK )'un 4. maddesinde yer almaktadır.

Anılan maddenin birinci fıkrasında; “Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda yer alan veya satıcı tarafından vaat edilen veya standardında tespit edilen nitelik ve/veya niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mal veya hizmetler, ayıplı mal veya ayıplı hizmet olarak kabul edilir.” denilmekte, devam eden fıkralarda ise buna ilişkin biçimsel koşullar sayılmaktadır.

Ayıp; yasa yada sözleşmede öngörülen unsurlardan birinin veya birkaçının eksikliği yada olmaması gereken vasıfların olmasıdır.

Yukarıda da ayrıntısı ile açıklandığı üzere; malın ayıplı olması halinde taraflara ait hak ve yükümlülüklerin nelerden ibaret olduğu, 4822 Sayılı Kanun'la değişik 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4.maddesinde düzenlenmiş; ayıbın gizli ya da açık olması halleri için ayrı ihbar süreleri getirilmiş; hatta ayıbın ağır kusur veya hile ile gizlenmesi halinde zamanaşımı süresinden yararlanılamayacağı, açıkça ifade edilmiştir.

Maddeye göre, tüketici kendisine sağlanan mal ve hizmetle ilgili ayıplı olup olmama konusunda gerekli muayeneyi ( denetimi ) yapacak ve bu muayene sonucu, mal yada hizmetle ilgili saptadığı ayıpları, mal veya hizmetin sağlanmasından itibaren ihbar süreleri içinde, kendisine mal yada hizmet sağlayan sözleşmenin tarafına bildirecektir; bu bildirim ( ayıp ihbarı ) ödevi ihmal edildiğinde, tüketici, ayıba dayalı yasal haklarını kaybedecektir. 6098 Sayılı TBK.'nun bu konudaki 223. ( 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 198/2'de ) maddesinde ifade edildiği gibi, ayıp ihbarının yapılmaması, tüketicinin ifa konusu mal ya da hizmeti, bulunduğu hal üzere kabul ettiği sonucunu doğuracak ve bu yönde gerçekleşen varsayımın aksi, hiçbir suretle kanıtlanamayacaktır.

Dava konusu bağımsız bölümün satışına dair adi yazılı taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ve bağımsız bölümün teslim tarihi itibariyle yürürlükte bulunan ve davada uygulanması gereken 4077 Sayılı TKHK.'nun 4. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre; tüketici, malın teslimi tarihinden itibaren otuz gün içerisinde açık ayıpları satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; davacının 12.11.2010 tarihinde satın aldığı bağımsız bölümün davacıya 09.03.2013 tarihinde teslim edildiği ve 30.12.2014 tarihinde de eldeki bu davanın açıldığı dosya kapsamı ile anlaşılmaktadır.

Hükme esas alınan bilirkişi raporunda ve mahkeme gerekçesinde dava konusu B-3 Blok 12.kat 78,75-TL m2, 1+1 dairenin yerleşim planında bina taşıyıcı sistemine ait elemanların ve yine bölücü duvarın gri renkle işaretlenmiş olduğunu ancak bu dokümanda dava konusu olan kolonun bina taşıyıcı gibi gri renkle değil, ( salonun ortasında bulunan sehpa ile aynı renk ve dokuda ) ahşap renginde işaretlenmiş olduğu ve bu şekilde sanki 3'lü koltuk ve tekli koltuk arası köşede köşe sehpası gibi görüldüğü, satış yapılırken davacıya sunulduğu belirtilen satış kiti içerisinde yer alan satış dokümanlarında dava konusu B-3 Blok 78,75-m2, 1+1 daire yerleşiminin gösterilmemekte olduğu, davalı tarafça sunulan ve B1,B2,B3 Bloklara ait tüm yerleşim planlarının gösterildiği kapsamlı dokümanın ise satış esnasında alıcılara dağıtılan ( alıcıların alım kararını verirken kapsamlı biçimde inceleyecekleri ) cinsten bir satış dokümanı olmayıp ancak satış temsilcisi tarafından görüşme esnasında gösterilen bir kapsamlı katalog olduğundan satış dokümanı olarak sınıflandırılmayacağı ve ilan ve kataloglarda gösterilenlerle söz konusu durumun tüketiciden hile ile gizlendiği, tüketicinin yanıltılmaya çalışıldığı gerekçesiyle davacının talebi kabul edilmiş ise de; davacının bahsettiği salon ortasında bulunan kolonun davacının satın aldığı bağımsız bölümün ekonomik değerini düşüren açık ayıp niteliğinde olduğu, davalının bu ayıbı gizlemek için de herhangi bir hileye başvurmadığı, davacının bu ayıptan bağımsız bölümü satın ve teslim aldığı tarihte kolayca bilgi sahibi olabileceği kuşkusuzdur. Davacının teslim aldığı bağımsız bölüm nedeniyle, 4077 Sayılı Kanun'un 4. maddesi gereğince malın teslim tarihinden itibaren 30 gün içinde davalıya ayıp ihbarında bulunmadığı da anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, açıklanan gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme ve yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

Hits: 2233