Manevî zarar, bir kimsenin hukuka aykırı bir fiil yüzünden çektiği bedenî acılarla ruhi elem ve üzüntülerin hepsine birden denir. Manevî zarar, gerçek anlamda bir zarar değildir; zira mal varlığında bir azalmayı ifade etmez. Bir acının veya elemin maddî zararlar gibi parayla ölçülmesine imkân yoktur. Bu sebeple manevî bir zararın şu veya bu miktardaki parayla giderileceği söylenemez. Buna rağmen, haksız fiilden doğan bedenî veya ruhî ızdıraplar için bir tazminatın ödenmesi, bu ızdırapların hafiflemesine, hiç değilse bazı avunma çarelerinin bulunmasına yardım edebilir. Tazminat ödenmesini gerektiren manevi zararlar nelerdir? Bunları üç gruba ayırmak mümkündür: 1) Beden tamlığının ihlâlinden doğan acı ve üzüntüler; 2) Ölüm dolayısıyla ölene yakından bağlı olan kişilerin duydukları acı ve üzüntüler; 3)Genellikle kişilik haklarının ihlâlinden doğan acı ve üzüntülerdir.
18. 22.06.1966 tarihli ve 1966/7 E., 1966/7 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da; “Esasen manevi tazminat, ne bir ceza, ne de gerçek manasında bir tazminattır. Ceza değildir; çünkü, davacının menfaati düşünülmeksizin, sorumlu olana hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük değildir. Mamelek hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını amaç edinmediği için de, gerçek manasında bir tazminat, mağdurda veya zarara uğrayanda bir huzur hissi, bir tatmin duygusu tevlit etmelidir.” denilerek manevî tazminatın mal varlığına ilişkin olmadığı ve kendine özgü bir tazminat olduğu açıkça vurgulanmıştır.
Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır. Manevî tazminat, mal varlığı kavramından farklı olarak “Kişilik hakkının zedelenmesi” kavramı çerçevesinde düzenlenmiştir. Burada yer alan kişilik hakları, kişinin kendi hür ve bağımsız varlık bütünlüğünü sağlar. Bu hak insanın doğumu ile kazanılan ve kişiliğe bağlı olan bir haktır. Nitekim öğretide de kişilik hakları; “Değeri para ile ölçülemeyen, kişinin daha çok manevî dünyasına ilişkin haklardır. Kişivarlığı haklarının başında kişinin, hayat, sağlık, vücut bütünlüğü, resim, ses, şeref ve haysiyet gibi kişiliğini oluşturan değerlerin tümü üzerinde sahip olduğu kişilik hakkı gelir” şeklinde tanımlanmaktadır. Mal varlığına yönelik bir eylem BK’nın 49. maddesi anlamında doğrudan kişisel hakları ihlâl eden bir eylem niteliğinde değildir.