Sözleşmeler kural olarak tarafların karşılıklı ve uygun iradeleri ile meydana gelir. Ancak bu irade ile beyan her zaman birbiri ile örtüşmeyebilir. Bu uygunsuzluk hâli istem dışı oluşabileceği gibi, taraflar bilerek ve isteyerek de iradeleri ile beyanları arasında uygunsuzluk yaratabilirler.
“Tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına” muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa; “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.”
Muvazaalı bir hukukî işlemden bahsedebilmek için; tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, üçüncü kişileri aldatmak ( muvazaa ) niyeti, taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesinin bulunması gerektiği muhakkaktır.
Muvazaa, “mutlak muvazaa”, “nispi muvazaa” gibi çeşitli türlere ayrılır. Tarafların gerçekte bir işlem yapmayı düşünmemelerine rağmen, sırf üçüncü kişilere karşı onları aldatmak amacıyla, işlem yapmış gibi gözükmek için, görünürde bir işlem yapmalarına “mutlak muvazaa” denir. Nispi muvazaada ise; taraflar aralarında yaptıkları bir sözleşmeyi kendi iç iradelerine uymayan ve dışarıya karşı yaptıkları başka bir işlemle gizlerler. Eş söyleyişle, nispi muvazaada taraflar görünürdeki işlem arkasında gerçek iradelerine uygun olmayan gizli bir işlem yaparlar
Kural olarak üçüncü kişiler muvazaalı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukukî işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilir. Çünkü muvazaalı bir hukukî işlem ile üçüncü kişilere zarar verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak genel usul kuralı gereğince her davada olduğu gibi anılan bu davada da davacının hukukî yararının bulunması zorunludur. Eş söyleyiş ile üçüncü kişinin muvazaalı işlem ile haklarının zarar uğratıldığının benimsenebilmesi için onun muvazaalı işlemde bulunandan alacaklı olması ve muvazaalı işlemin alacağının ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunması gerekmektedir. Zira davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır.
Bir davada davacı ve davalı olmak üzere daima iki taraf bulunur. Davada taraf olarak gösterilen bu kişilerin gerçekten o dava ile ilgili olup olmadığı ise taraf sıfatı ile ilgilidir. Sıfat, dava konusu subjektif hak olan dava hakkı ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti, davayı takip yetkisi davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı dava konusu subjektif hakka yöneliktir. Bir subjektif hakkı dava etme yetkisi kural olarak o hakkın sahibine ait olduğundan davacı sıfatı ( aktif husumet ), yani davacı olma yetkisi de o hakkın sahibine ait olacaktır. Bir subjektif hak kendisinden davalı olarak istenebilecek kişi ise, o hakka uymakla borçlu olan kişiye ( davalı sıfatı, pasif husumet ) ait olacaktır. Mahkemenin de taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemeyeceğinden, dava sıfat yokluğundan ( husumetten ) reddedilir. Taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def'i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir olgudur.
Bazen bir davanın bir ya da her iki tarafında birden fazla kişi bulunabilir. Bir tarafta bulunan birden fazla kişiye “dava arkadaşları”, bunlar arasındaki ilişkiye de “dava arkadaşlığı” denir.
Dava arkadaşlığı, “mecburi dava arkadaşlığı” ve “ihtiyari dava arkadaşlığı” olarak ikiye ayrılırken, hükmün etkisi bakımından mecburî dava arkadaşlığı ise; “maddi bakımdan mecburi dava arkadaşlığı” ve “şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı” olarak ikiye ayrılmaktadır. Maddi bakımdan mecburî dava arkadaşlığı, maddi hukuka göre bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesinin zorunlu olduğu hâllerde söz konusu iken; şekli bakımdan mecburî dava arkadaşlığı ise, kanunun özel hükümleri ve davanın niteliğinden kaynaklanan, birden fazla kişiye karşı dava açılmasının ve yürütülmesinin zorunlu olduğu durumlarda oluşur. Şekli dava arkadaşlığı, gerçeğin tam olarak ortaya çıkarılması ve taraflar arasındaki ilişkinin doğru karara bağlanmasını sağlamak için kabul edilmiştir. Bu durumda, dava konusu hukukî ilişki hakkında bütün dava arkadaşlarına yönelik tek ve aynı doğrultuda bir karar verme zorunluluğu yoktur. Ayrıca dava arkadaşlarının yaptıkları usulî işlemler birbirinden bağımsızdır. Dava arkadaşlığının hangi hâllerde zorunlu ( mecburî ) olduğu hususu ise tamamen maddi hukuka göre belirlenecektir.
Dava, bütün mecburî dava arkadaşlarına karşı değil de bunlardan birine veya bir kaçına karşı açılmış ise, davalı durumundaki kişinin veya kişilerin, bu davada yalnız başına davalı sıfatı yoktur; davalı sıfatı mecburî dava arkadaşlarının tümüne aittir. Ancak bu hâlde, dava sıfat yokluğundan hemen reddedilmez. Mahkemenin, davayı diğer mecburî dava arkadaşlarına da teşmil etmesi için davacıya kesin süre vermesi, davacı bu süre içinde davayı diğer mecburî dava arkadaşlarına da teşmil ederse, davaya devam etmesi gerekir.