Dava, ayıplı çıkan araç nedeni ile satım sözleşmesinin feshi, aracın iadesi ve satış bedelinin satış tarihinden itibaren faizi ile tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemenin, davanın kabulüne dair verdiği karar, Özel Daire'ce yukarıda yazılı gerekçeyle oyçokluğuyla bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, "Edimlerin aynı anda ifasına karar verilmiş olmasının, faizin başlangıç tarihinin belirlenmesine gerekçe yapılamayacağı, davalının iade etmediği paranın faizinden sorumlu olması gerektiği" gerekçesiyle "temerrüt faizine ilişkin olmak üzere" direnme kararı verilmiştir. Hükmü temyize davalı ve ihbar olunan vekilleri getirmiştir.
I ) İhbar olunan vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
İhbar olunanın davada taraf sıfatı bulunmadığı gibi, usulüne uygun bir şekilde davaya müdahalesi söz konusu olmadığından direnme hükmüne yönelik temyiz dilekçesinin reddi gerekir.
Bu nedenle yapılan ilk görüşmede ihbar olunan vekilinin temyiz dilekçesinin reddine oybirliği ile karar verilmiştir.
II ) Davalı vekilinin temyiz itirazlarına gelince:
Dosyadaki mevcut belge ve delillerden anlaşıldığı üzere; davaya konu aracın davacı/alıcı Elitaş Kimyasal Maddeler Paz. İth. İhr. San. ve Tic. Ltd. Şti. tarafından 16.08.2007 tarihinde 2007 model ve sıfır ( 0 ) kilometre olarak 152.446,00 YTL'ye davalı/satıcı şirketten satın alındığı, aracın trafik tescilde davacı şirket adına kaydedildiği, anlaşılmaktadır.
Satın alınan aracın değişik tarihlerdeki arızası nedeniyle beş kez servise başvurulduğu halde, araçtan yeterli verimin alınamaması nedeniyle davacı/alıcı tarafından davalı/satıcı ile ihbar olunan ithalatçı şirkete hitaben noter aracılığıyla gönderilen 15.02.2007 tarihli ihtarname ile aynen; "Sayın Muhataplar, sonuç olarak, işbu ihtarnamenin tebliğinden itibaren 7 gün içinde, yetkili bayii M...Ticaret Türk A.Ş. tarafından satılan yukarıda nitelikleri belirtilen ve halen servisinizde bulunan ayıplı aracı iade etmeye hazır olduğumuzu, aracın ayıptan ari misli ile değiştirilmesini, bu mümkün değil ise satım sözleşmesini feshettiğimizi ve araç bedeli olan 152.446,00 YTL'nin ticari faizi ile birlikte tarafımıza iade edilmesini; aksi takdirde hukuki yollara başvuracağımızı ihtaren bildiririz..." şeklinde olup, söz konusu ihtarname her iki muhataba da, 19.02.2007 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Diğer taraftan, satın alınan aracın birinci arızası nedeniyle 09.10.2006 tarihinde 5.882 kilometrede ( km ); ikinci arızası nedeniyle 01.11.2006 tarihinde 6.462 km'de; üçüncü arızası nedeniyle 24.01.2007 tarihinde 15.174 km'de servise başvurulduğu, yargılama aşamasında bilirkişi incelemesinin yapıldığı 11.02.2008 tarihinde 45.306 km'de; Özel Daire bozmasından sonra ilamın icrada infazı sırasında aracın icra müdürlüğünde yediemine teslimi olan 11.09.2009 tarihinde ise, 88.489 km'de olduğu, belirgindir.
Yerel mahkeme ile Yüksek Özel Daire arasında, gerek maddi olgunun gerçekleşme biçimi ve gerekse davanın ayıplı çıkan araç nedeni ile satım sözleşmesinin feshi olduğu, aracın davalı/satıcıya iadesi ( tescil ve fiili teslimle ) ve satım bedelinin ise, davacı/alıcıya aynı anda verilmesi, yani karşılıklı edimlerin aynı anda ifası gerektiği konusunda herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu'nun önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda mahkeme kararında esas alınan ( 23.02.2007 ) temerrüt tarihinin ve bu tarihten itibaren temerrüt faizi hesaplanmasının yerinde olup olmadığı, noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle taraflar arasındaki hukuki ilişkinin niteliği, temerrüt olgusu ve faiz kavramları ile bunların birbirleriyle olan ilişkilerinin açıklanmasında yarar vardır.
Satım sözleşmesi, 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun ( B.K. ) 182 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
B.K. 182/1.maddesinde düzenlenen satım sözleşmesiyle; alıcı satış bedeli olarak bir miktar para vermeyi borçlanır, satıcı ise satıma konu malı alıcıya teslim ederek mülkiyeti ona geçirme borcu altındadır. Satıcının belirtilen bu borçları yanında, ayıba karşı tekeffül ve zapta karşı tekeffül borçları da bulunmaktadır.
Ayıba karşı tekeffül borcu, satıcının mülkiyeti geçirme borcunun tamamlayıcısıdır. Çünkü satımda alıcının amacı, istediği maksat için kullanabileceği, yararlı bir malın mülkiyetine sahip olmaktır. Satıcı, malın değerini veya yararını azaltan eksikliklerin bulunmadığını ayrıca garanti etmese bile; bu borç kanunen mevcuttur. Bu nedenle satıcının bu borcunu kanuni bir borç olarak nitelendirmek mümkündür ( Tandoğan, H.:Borçlar Hukuku ( Özel Borç İlişkileri ), 4.Bası, Cilt I/1, Ankara 1985, s.163; Yavuz, C.: Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, İstanbul 1996, s.91 ).
Ayıba karşı tekeffül borcunun, B.K.'nun 194 ila 201 maddeleri arasında belirtilen koşullarının gerçekleşmesiyle, alıcı B.K.'nun 202 vd. maddeleri kapsamında kendisine tanınan seçimlik haklarını satıcıya karşı kullanabilecektir
Gerçekten Borçlar Kanununun "Bey'in feshi yahut semenin tenzili" başlığını taşıyan 202.maddesinde:
"Bayiin tekeffülü altındaki mebiin ayıbı anlaşıldığı zaman müşteri muhayyerdir. Dilerse mebii redde hazır olduğunu beyanla bey'in fesh edilmesini, dilerse mebii alıkoyup kıymetinin noksanı mukabilinde semenin tenzil olunmasını dava eder.
Hakim, müşterinin mebii ret davası üzerine hal icabı bey'in feshini muhik göstermiyorsa semenin tenzili ile iktifa edebilir.
Kıymetinin noksanı mebiin semenine müsavi ise müşteri ancak bey'in feshini talep edebilir."
hükmü yer almaktadır.
Buna göre, satıma konu mal satıcıyı sorumlu kılacak şekilde ayıplı ise, alıcı satım sözleşmesini feshedebileceği gibi satım bedelinin indirilmesini de isteyebilecektir.
Diğer taraftan, B.K.'nun.203.maddesine göre de, misli mal satımında, alıcıya, yukarıda sayılan haklara ek olarak, satılanın ayıpsız bir benzeriyle değiştirilmesini talep hakkı da tanınmaktadır.
Borçlar Kanunu'nun 202.maddesinde satımın feshinden bahsedilmekle birlikte buradaki fesihi, "dönme" olarak anlamak gerekir.
Satım sözleşmesinden dönme beyanı, bozucu yenilik doğuran bir hak niteliğinde olup, bir irade açıklaması olarak, satıcıya vardığı anda hükümlerini doğurur ve sözleşmeyi geçmişe etkili olarak ortadan kaldırır.
Dönme üzerine sözleşmenin geçmişe etkili olarak ortadan kalkmasının doğal bir sonucu olarak, tarafların edimlerinin karşılıklı olarak aynı anda ifası gerekir.
Gerçekten, yerel mahkeme satım sözleşmesinin feshinin haklı olduğunu saptamakla birlikte, tarafların edimlerinin aynı anda ifasına da, karar vermiştir.
Dolayısıyla davacı/alıcı elindeki aracı, davalı/satıcıya fiilen teslim ve tescil şartı ile satım bedelini alabilecektir.
Durum bu olunca, davalı/satıcının borçlu temerrüdünün gerçekleşip gerçekleşmediği de, irdelenmelidir:
Borçlar Kanununda borçlu temerrüdü tanımlanmamış olmakla birlikte, B.K. 101 vd. maddelerinde sadece şartları ve sonuçları düzenlenmiştir.
Borçlunun temerrüdü, ifası mümkün bir borcun borçlu tarafından yasal bir engel bulunmamasına rağmen zamanında ifa edilmemesidir.
Borçlu temerrüdünün gerçekleşebilmesi için, ifanın mümkün olması, borcun muaccel hale gelmesi ve uygun bir ihtar ile birlikte, alacaklının temerütte bulunmaması ve borçlunun, kendisine ifadan kaçınma yetkisi veren bir def'i ileri sürmemiş olması gerekir.
Diğer taraftan, tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde borçlunun temerrüdü bakımından B.K.106/I'e göre, alacaklının borçluya ifa için ek bir süre vermesi de, gerekir.
Yukarıda da belirtildiği üzere, alıcı kendi edimini yerine getirmeden karşı tarafın edimini yerine getirmesini isteyemez. Aksi takdirde, karşı tarafın ( satıcının ) ödemezlik def'i ile karşılaşma riski doğar.
Yeri gelmişken, temerrüt faizi hakkında kısa ve genel bir açıklama yapılmasında yarar vardır.
Uygulama ve öğretide baskın görüş olarak, temerrüt ( gecikme ) faizinin hukuki niteliği, borçlunun para borcunu zamanında ödememesi ve temerrüde düşmesi üzerine kanun gereği kendiliğinden işlemeye başlayan ve temerrüdün devamı müddetinde varlığını sürdüren, alacaklının zararın varlığını ve miktarını ve borçlunun kusurunu ispat zorunda kalmaksızın borçlunun ödediği ve miktarı yasalarla belirlenmiş asgari, maktu bir tazminat olduğu kabul edilmektedir. Bu tanımın aynı zamanda gecikme zammını da içerdiği bir gerçektir.
Belirtilmelidir ki, asıl edimin muaccel hale gelmemesi nedeniyle borçlu temerrüdünün gerçekleşmediği durumda, doğal olarak temerrüt faizine de, hükmedilemez.
Öyleyse, tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde, karşılıklı edimlerin aynı anda ifasına karar verilmesi halinde, asıl edim niteliğindeki borçlunun para borcunun ifası muaccel hale gelmeden faiz de doğmayacak; dolayısıyla borçlu temerrüdü gerçekleşmeden, daha önceki bir tarihten başlayacak şekilde temerrüt faizine de, karar verilemeyecektir.
O halde, alıcı edimini yerine getirmesine rağmen ( satıma konu aracı iade etmesi-somut olayda tescil ve fiili teslimle- ), borçlunun ( satıcının ) para borcunu iade etmemesi durumunda, satıcının para borcunu iadesinde temerrüdü gerçekleşeceğinden temerrüt faizine de, malın iade tarihinden itibaren hükmedilmesi gerekir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Mahkemece, ayıp nedeniyle davacı/alıcının elindeki satıma konu aracın, davalı/satıcı adına tescilinin sağlanıp fiilen teslim şartı ile 152.446,00 YTL ( TL ) satım bedeline temerrüt tarihi olan 27.02.2007 tarihinden itibaren değişen oranda avans faizi ile davalıdan alınıp, davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Davacı/alıcı satıma konu aracı davalı/satıcı adına tescilini sağlayıp, fiilen teslim borcu altındadır. Alıcının ediminin ifası karşılığında ise, davalı/satıcı satım bedelini ödemekle yükümlüdür.
Bu arada, direnmeye konu ilk karar tarihi itibariyle satıma konu araç halen davacı/alıcının elinde bulunmaktadır.
Görüldüğü üzere, hakim kararıyla tarafların edimlerinin aynı anda ifası söz konusu olduğuna göre, asıl edim ( borçlunun yükümlülüğü bakımından satım bedeline ilişkin para borcu ) muaccel hale gelmeden, bu tarihten önce borçluyu temerrüde düşürmeye yönelik gönderilen ihtar, hukuki bir sonuç doğurmaya yeterli ve elverişli sayılamaz.
Dolayısıyla, bu ihtar esas alınarak asıl edimin muaccel hale gelmediği bir dönemden başlamak üzere, temerrüt faizine de, hükmedilemez (HGK. 23.6.2010, 255/347).
Dava dilekçesinde davacı, davalı taraftan aldığı ayıplı aracın ücretsiz onarımı talebiyle eldeki davayı açmış; yargılama sırasında 30.06.2008 tarihli ıslah dilekçesi ile, aracın yenisiyle değiştirilmesini talep etmiştir.
Davalı taraf, davacının ıslah taleplerine muvafakatleri olmadığını bildirmiştir.
Mahkemece davacının ıslah talebi yönünde hüküm kurularak, aracın yenisiyle değiştirilmesine dair verilen karar, Özel Daire'ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkeme, "davacının, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4. maddesinde öngörülen dört seçimlik haktan birini seçmeye zorlanamayacağı, bu dört seçimlik hakka dair tercih hakkını ıslah yoluyla değiştirebileceği; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun ıslahı düzenleyen hükümlerinde de, seçimlik haklarından birini ıslah yoluyla tercih etme hakkını kullanmasını engelleyen bir hükmün bulunmadığı" gerekçesiyle direnme kararı vermiştir.
Dava konusu aracın ayıplı olduğu bilirkişi raporu ile tespit edilmiş olup; bu konuda uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık; ayıplı aracın ücretsiz onarımı talebiyle eldeki davayı açmış olan davacının, bu talebini ve tercih hakkını, aracın yenisiyle değiştirilmesi şeklinde yargılama aşamasında ıslah yoluyla değiştirmesi olanağının bulunup bulunmadığı, noktasındadır.
Bilindiği gibi ıslah, taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesi işlemidir ( HUMK. m.83; Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, B. 6. C. IV, İstanbul 2001, s.3965 ). Islah müessesesi, dava değiştirme, başka deyişle iddia ve müdafaanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkandır. Bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşabilecek olan her hangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumu yardımı ile artık bu itirazı davet etmeksizin yapabilmektedir ( Prof. Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, C.I.II.B,5, İstanbul 1992 s.534 ).
Islahın konusu, tarafların yapmış oldukları usul işlemleri olduğuna göre, ıslahla düzeltilecek usul işlemlerinin neler olduğundan söz edilmesinde yarar vardır:
Gerek öğreti gerekse Yargıtay, ıslah yoluyla davanın değiştirebileceğini ve genişletilebileceğini, aynı şekilde savunmanın genişletilebileceğini ilke olarak kabul etmektedir. Yine, müddeabihin ( davada talep olunan miktarın ) artırılıp artırılmayacağı hususu da bir usul işlemi olup ıslahın konusudur ( Kuru: C.IV s.4035 ).
Islahın amacı, yargılama sürecinde, şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan, hak ve alacağı bu sürecin dışında, ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi, elbette olanaklı değildir. Bir başka deyişle, maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri, ıslahla düzeltilemez. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler, velev ki dava içinde yapılsın, asıl hakkı ortadan kaldırdıklarından, usul işlemi olduğu kadar ( davayı etkilediği için usul işlemidir ) maddi hukuk işlemi mahiyeti taşımaktadır ve bu sebeple, bu işlemlerin de ıslah yoluyla düzeltilmesi imkânsızdır. Zira ıslah, yargılama hukukunun şekle ve süreye bağlılığından kaynaklanan zımni hak kayıplarının telafisi için öngörülmüş bir müessesedir. Açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar, maddi gerçeğin şekle feda edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için, ıslahın konusu olamaz.
Islahın sonuçlarına gelince; Islah tahkikata tabi davalarda tahkikat bitinceye kadar ve tahkikata tabi olmayan davalarda ise yargılamanın bitimine kadar yapılabilir ( HUMK m.84 ). Islah tek taraflı bir irade beyanı olup, ıslahın geçerliliği için karşı tarafın ve mahkemenin kabulüne gerek yoktur.
Davanın tamamen ıslahı durumunda, dava dilekçesinden itibaren bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasını gerektireceğinden ( HUMK m.87 ), davanın tamamen ıslahında yeni bir dava açılmamış sayılacak, dava, ilk dava gününde açılmış sayılacaktır.
Davanın tamamen ( kamilen ) ıslah edilmesi halinde dava dilekçesi dahil, yapılmış olan bütün usul işlemleri yapılmamış sayılır. ( HUMK m.87/1 ). Bunun doğal sonucu olarak, dava dilekçesinde yer alan ilk talep içeriği değil, ıslah yoluyla açıklanan talep içeriği nazara alınarak araştırma ve inceleme yapılması ve mahkemece verilecek hükümde de ıslahla ileri sürülen istemin karşılanması gerekir.
Somut olayda, davacı dava dilekçesinde araçtaki arızanın ücretsiz onarımını talep etmiş, 30.06.2008 tarihli ıslah dilekçesi ile de, "yargılama sırasında alınan bilirkişi raporuyla üretim hatası bulunan ve gizli ayıplı olduğu belirlenen aracın ayıpsız misli ile değiştirilmesini" istemiştir.
Dava dilekçesinde davacının, salt araçtaki arızanın ücretsiz onarımını talep etmiş olması; aksi yönde açık bir irade beyanı bulunmadığından, 4077 sayılı Kanunun 4. maddesinde öngörülen diğer seçimlik haklarını terk ettiği sonucunu doğurmaz.
Şu hale göre, bozma ilamında işaret edilenin aksine; az yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca davacının, davanın kamilen ıslahı yoluyla, davalının muvafakati aranmaksızın talep sonucunu değiştirmesi olanaklıdır.
Yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda, "dava konusu araca yetkili servisi tarafından motorda parça değişim işlemi şeklinde iki kez müdahale yapılmasına rağmen söz konusu arızaya yanlış teşhis konulması dolayısıyla önceki motor arızasının giderilemediği ve bunun sonucun motordaki son hasarın oluştuğu ve hasarın "gizli ayıp" niteliğinde olduğu belirlenmiştir. Esasen bu husus, Yerel Mahkemenin ve Özel Dairenin de kabulündedir.
Öyleyse burada, dava dilekçesinde tamir seçimlik hakkını kullanan davacının, gizli ayıbın yargılama sırasında tespit edilmiş olması üzerine bu hakkından dönüp dönemeyeceği ve talebini aracın değiştirilmesi şeklinde değiştirip değiştiremeyeceği hususunun, tüketici hukuku yönünden irdelenmesi gereklidir.
4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 4822 sayılı Kanunla değişik "Ayıplı Mal" başlıklı 4. maddesinde;
"Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda ya da reklam ve ilânlarında yer alan veya satıcı tarafından bildirilen veya standardında veya teknik düzenlemesinde tespit edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar, ayıplı mal olarak kabul edilir.
Tüketici, malın teslimi tarihinden itibaren otuz gün içerisinde ayıbı satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür…" Denilmekte;
Aynı Kanunun 4822 sayılı Kanunla değişik "Garanti Belgesi" başlıklı 13.maddesinde ise;
"…Tüketici onarım hakkını kullanmışsa, garanti süresi içerisinde sık arızalanması nedeniyle maldan yararlanamamanın süreklilik arz etmesi veya tamiri için gereken azami sürenin aşılması veya tamirinin mümkün bulunmadığının anlaşılması hallerinde, 4 üncü maddede yer alan diğer seçimlik haklarını kullanabilir. Satıcı bu talebi reddedemez. Tüketicinin bu talebinin yerine getirilmemesi durumunda satıcı, bayi, acente, imalatçı-üretici ve ithalatçı müteselsilen sorumludur…"
Hükmü yer almaktadır.
Diğer taraftan, 14.06.2003 gün ve 25138 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 14/a maddesinde;
"Tüketicinin onarım hakkını kullanmasına rağmen malın;…Tüketiciye teslim edildiği tarihten itibaren, belirlenen garanti süresi içinde kalmak kaydıyla, bir yıl içerisinde; aynı arızanın ikiden fazla tekrarlanması veya farklı arızaların dörtten fazla meydana gelmesi veya belirlenen garanti süresi içerisinde farklı arızaların toplamının altıdan fazla olması unsurlarının yanı sıra, bu arızaların maldan yararlanmamayı sürekli kılması….durumlarında tüketici malın ücretsiz değiştirilmesini, bedel iadesi veya ayıp oranında bedel indirimi talep edebilir…"
Düzenlemesi bulunmaktadır.
Bu hükümlerden çıkarılacak sonuca gelince; Tüketici onarım hakkını kullanmasına karşın, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 13. maddesi ve Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 14. maddesinde belirtilen şartların oluşması halinde, aynı Kanunun 4. maddesinde sayılan diğer seçimlik haklarından birini kullanabilecektir.
Somut olayda, "0 km" de alınan aracın garanti süresi içerisinde arızalanması üzerine, davacı yetkili servise başvurmasına rağmen öncelikle arızaya hatalı teşhis konulmak ve davacı yanlış bilgilendirilmek suretiyle arızanın giderilemediği ve böylece dava aşamasına gelindiği anlaşılmaktadır. Belirtilen nedenle davacı/tüketicinin, bu aşamada onarımın gerçekleştirilebileceği düşüncesiyle ücretsiz onarım talebinde bulunduğu açıktır.
Ne var ki, yargılama sırasında dava konusu aracın gizli ayıplı olduğu belirlenmiş ve bu nedenle davacı tercih hakkını değiştirerek aracın yenisiyle değiştirilmesi talebinde bulunmuştur. Aracın gizli ayıplı olduğuna dair bu olgu, Mahkeme ile Özel Daire'nin de kabulünde olduğuna göre, yukarıda açıklanan yasal şartların varlığında kuşku ve duraksama bulunmamaktadır. Dava dilekçesinde davacının onarım hakkını kullanmış olması, yargılama sırasında aracın gizli ayıplı olduğunun ortaya çıkmasından sonra davacının bu tercihini aracın ücretsiz değiştirilmesi şeklinde kullanmasına engel olarak gösterilemez. Davacı sözleşmeyi ayakta tutarak malın yenisi ile değiştirilmesini istediğine göre, davalılar, tüketicinin tercihine göre, sorunun çözümlenmesi ile yükümlüdür.
Açıklanan tüm bu olgu ve yasal düzenlemeler karşısında, yenisi ile değiştirilmesini isteme koşulları gerçekleşen araca ilişkin olarak; dava dilekçesinde tercih hakkını ücretsiz onarım yönünde kullanan davacının, ıslaha gerek olmaksızın aracın misliyle değiştirilmesi şeklinde değiştirebileceği kuşkusuzdur (HGK. 29.9.2010, 389/429).