Ülkemizin bağımsızlığını kazananlar, devletin nihai amacının yeteneklerini geliştirmeleri için halkı özgür kılmak ve ülkenin yönetiminde aklın güçlerinin keyfilik güçlerine üstün gelmesini sağlamak olduğuna inandılar. Özgürlüğe hem bir amaç ve hem de bir araç olarak değer verdiler. Özgürlüğün mutluluğun sırrı, cesaretin ise özgürlüğün sınırı olduğuna inandılar. İstediği gibi düşünme ve düşündüğünü ifade etme özgürlüklerinin siyasal gerçeğin keşfedilmesi ve yayılması için vazgeçilmez araçlar olduklarına; ifade ve toplanma özgürlükleri var olmazsa bir şeyi tartışmanın boş bir uğraşı olduğuna; bu özgürlükler var olduğunda tartışmanın zararlı bir öğretinin yayılmamasına yarayacağına; özgürlüğe karşı en büyük tehdidin pasifleştirilmiş bir halk olduğuna; bir konunun kamuoyunda tartışılmasının siyasal bir görev olduğuna … inandılar. Bütün insani kurumların maruz kaldığı risklerin varlığını kabul ettiler. Fakat idrak ettiler ki, düzen, sadece düzenin çiğnenmesine verilecek cezanın yarattığı korkuyla sağlanamaz; düşüncenin, ümidin, hayal gücünün önüne engel koymak tehlikedir; korku korkuyu besler; baskı nefreti besler; nefret istikrarlı bir hükümetin istikrarını tehdit eder; güvenliğe giden yol varsayılan rahatsızlıkları ve önerilen çareleri serbestçe tartışma fırsatının varlığından geçer; ve kötü fikirler için uygun çare iyi fikirlerdir. Bir konunun kamuoyunda tartışılması ile ortaya çıkan aklın güne inandıkları için, onlar kanun ile zorla getirilen sessizlikten sakındılar. Yönetimdeki çoğunlukların kimi zaman zorbalıklara yeltendiğini bildikleri için, ifade ve toplantı özgürlüklerinin koruma altına alınması amacıyla Anayasada değişiklik yaptılar (Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin Whitney v.California davasında verdiği kararına Yargıç Brandeis’in yazdığı muhalefet şerhinden bir bölüm).