Mahkeme iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasamızın 36. maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ne de hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın yargıca meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak hukukî dinlenilme hakkı, bu anlatımları da kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir.
Hukukî dinlenilme hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Zira insan onurunun yargılamadaki zorunlu bir sonucu olarak, yargılama süjelerinin, yargılamada şeklen yer almaları dışında, tam olarak bilgi sahibi olmaları, kendilerini ilgilendiren yargılama konusunda açıklama ve ispat haklarını tam ve eşit olarak kullanmaları ve yargı organlarının da bu açıklamaları dikkate alarak gereği gibi değerlendirme yapıp karar vermesi gereklidir.
Hukukî dinlenilme hakkı olarak maddede anlatılan ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak hukukî dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Ancak her yargılama süjesi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak olanaklı değildir.
Bu hakkın ikinci unsuru, açıklama ve ispat hakkıdır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da anlatılmaktadır.
Bu hakkın üçüncü unsuru, tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de kararların gerekçesinde yapılması gerekir.
Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenmesi, başka kimsenin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar, yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı, doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme olanağı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.
Hukukî dinlenilme hakkı yargılamanın süjesi olan herkese aittir. Dava sonunda hukukî durumu etkilenecek olan kişilere, yargılamadaki durumlarına uygun şekilde bu hak tanınacaktır. Tanık ve bilirkişilerin kendileri ile ilgili bir sonuç doğması halleri dışında, hukukî dinlenilme hakkı bulunmamaktadır. Davada taraflar, çekişmesiz-yargı işlerinde ilgililer bu hakka sahip oldukları gibi, fer'i müdahilin de kendi hakkıyla bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkı bulunmaktadır.
Hukukî dinlenilme hakkı, sadece belli bir yargılama için ya da yargılamanın belli bir aşaması için geçerli olan bir ilke değildir. Tüm yargılamalar için ve yargılamanın her aşamasında uyulması gereken bir ilkedir. Bu çerçevede gerek çekişmeli ve çekişmesiz yargı işlerinde gerekse bu yargılamalarla bağlantılı geçici hukukî korumalarda, icra takiplerinde, tahkim yargılamasında, hatta hukukî uyuşmazlıklarla ilgili yargılama dışında ortaya çıkan çözüm yollarında, her bir yargılama, çözüm yolu ve uyuşmazlığın niteliğiyle bağlantılı şekilde hukukî dinlenilme hakkına uygun davranılmalıdır.
Hukukî dinlenilme hakkına aykırılık -bir istinaf gerekçesi ve -temyizde de bozma nedenidir. Hakkın ihlalinin niteliğine göre, yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak kabul edilebilir. Ayrıca adil yargılanma ihlali çerçevesinde de Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'ne başvurulabilir.
Yasada açıkça belirtildiği gibi, hukukî dinlenilme hakkının temel üç unsuru bulunmaktadır (HMK md. 27/2).
Bunlardan ilki "Bilgilenme Hakkı"dır: Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Bilgilendirme hakkı, gerek karşı taraf gerekse yargı organlarının işlemleri ve dosya kapsamına girip yargılamayı etkileyen her şeyi kapsar. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin biçimsel bakımından, hukukî dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçekten sağlanmaya çalışılmalıdır. Özellikle tebligat ve davetiye kurallarının uygulanmasında özen gösterilmelidir. Usulüne uygun tebligat yapılmadan, davetiye çıkarılmadan, tefhimi olanaklıysa tefhim gerçekleşmeden yapılan işlemler taraflar bakımından sonuç doğurmaz. Taraflardan gizli yargılama yapılamayacağı için, yargılamaya dâhil olan her işlem bakımından taraflar, dosyanın korunması ve yargılamanın sağlıklı yürütülmesi dışında bir sınırlamaya tabi olmadan tam olarak bilgilenme hakkını kullanabilirler. Bu sınırlamalar da bilgilenme hakkını ortadan kaldırıcı nitelikte olmayıp sadece kullanılmasını yargılamanın sağlıklı işlemesi için belirli kurallara bağlamak biçiminde olabilir. Tarafların bilgisine açık olmayan hiçbir husus hükme esas alınamaz.
Hukukî dinlenilme hakkının ikinci unsuru "Açıklama ve İspat Hakkı"dır: Hak sahibinin bilgilendiği hususlarda açıklama hakkı tam olmalıdır. Açıklama hakkı kapsamına, yargılamanın temelini oluşturan vakıalar, bunların ispatına ilişkin faaliyet ve hukukî nedenler girmektedir. Bununla birlikte, açıklama hakkı sınırsız bir içini dökme hakkı değildir. Bu konuda hakkın özünü zedelemeyen, yargılamanın sağlıklı işlemesine yönelik sınırlamalar getirilebilir. Ancak, hakkı anlamsız kılacak sınırlamalar kabul edilemez. Bu çerçevede örneğin, makul kabul edilebilecek, iddia ve savunmayı genişletme yasağı ile delil gösterilmesi konusunda getirilen sınırlamalar hukukî dinlenilme hakkına aykırı sayılmaz. Burada, teksif ilkesi ve usul ekonomisi ortaya çıkacak, hukukî dinlenilme hakkı ihlâli sonucunu doğurmayan, teksif ilkesine ve usul ekonomisine uygun olan sınırlamalar kabul edilebilecektir. Açıklama hakkının ne şekilde kullanılacağını ise kural olarak ilgili yargılama usûlü belirler. Açıklama hakkının kullanılması için ilgiliye gerekli ortam hazırlanmasına rağmen, kişi bu hakkı kullanıp kullanmamakta serbesttir, hakkını kullanmayarak haktan feragat edebilir.
Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru: "Dikkate Alınma Hakkı"dır: Taraf açıklamalarını yargı organları, tam olarak dikkate alıp değerlendirmelidir. Ancak bu şekilde ilgililer gerçek anlamda yargılamayı etkileyen bir yargılama süjesi haline gelmiş olur. Aksi halde bilgilenme ve açıklama hakkı anlamsız kalacaktır. Bu nedenle, dikkate alma ve değerlendirme, yargı organı için mutlak bir yükümlülüktür. Hakkaniyete uygun bir yargılanmanın gerçekleşmesini sağlayacak en önemli ilke ise silâhların eşitliği ilkesidir. Silâhların eşitliği ilkesi, yine, AİHM'ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silâhların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dahil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Silâhların eşitliği ilkesi, AİHM'nin 6. maddesinin 1. bendinin ilk cümlesinde geçmektedir. Bu konuda AİHM'nin Türkiye'ye ilişkin bir değerlendirmesi Mehmet Göç/Türkiye kararında yer almıştır. AİHM, "mahkemece belirlenen tazminatı yetersiz bulan başvurucunun davasının, Yargıtay aşamasında devam etmekte olduğu bir sırada başvurucu, Yargıtay önündeki yargılamada başarı olanaklarını zayıflatacak her türlü sunumdan bilgi edinmek hakkına sahiptir. Bu nedenle Cumhuriyet Başsavcısının Yargıtay'a sunduğu tebliğnamesinin başvurucuya tebliğ edilmemesi, Sözleşmenin 6. maddesinin ihlâlidir" sonucuna varmıştır. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir. Savunma hakkının yeterince kullanılamadığı bir yargılamanın doğru sonuçlar vermesi beklenemez. Adil yargılamayı gerçekleştirmeye yönelik her hukuk kuralı savunma hakkının varlığına işaret edecektir. Hak arama özgürlüğü ve bunun somut unsurlarından biri olan savunmanın yapılabilmesinin ilk koşulu ise tebligattır. Bir yargılama sırasında taraflar, yargılama hakkındaki ilk bilgilere ve bunun sonucunda iddia ve savunma yapabilme haklarına ancak usulüne uygun tebligat ile kavuşabilecek ve bu şekilde savunma yapılabilecektir. Bunun tersi olarak geçerli ve usulüne uygun bir tebligat olmaksızın yargılama yapılması ise savunma hakkının dolayısıyla, en temel insan haklarından birinin ihlâli anlamına gelecektir[1].
Yetkili makamlar tarafından bir takım hukukî işlemlerin, bunların hukukî sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kimselere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin de usulüne uygun şekilde yapıldığının belgelenmesi olarak tanımlanan tebligat, Anayasa ile güvence altına alınan iddia ve savunma hakkının, daha da özelde hukukî dinlenilme hakkının tam olarak kullanılması ve bu suretle adil bir yargılamanın yapılmasını sağlayan çok önemli bir araçtır. Bir davada davalının, davacının açmış olduğu davadan haberdar olması, davaya cevap vermesi ve hatta cevap süresinin işlemeye başlaması için dava dilekçesinin tebliğ edilmesi gerekir. Aksi durumun, ilgilinin hak arama hürriyetini kısıtlayacağına kuşku yoktur. Aslında hemen her hukuksal işlemin tebligat ile sonuç doğuracağını söylemek olanaklıdır. Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi; bozma sonrası yargılamanın devamı, uyup uymama yönündeki kararın verilebilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf oluşturulmasının sağlanması ile olanaklıdır. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna, yargılamanın safahatına, bozma ilamının içeriğine, bozma sonrası duruşmanın hangi tarihte yapılacağına, verilen kararın ne olduğuna Tebligat Kanunu ve Tebligat Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile vakıf olabilecektir.
Taraf oluşturulması sadece davanın açılması aşamasında değil, yargılamanın diğer aşamalarında da önem taşımaktadır.
Tebliğ ile ilgili kanun ve tüzük hükümleri tamamen biçimseldir. Tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu nedenle tebligatın, usul yasaları ile ilişkisi de daima göz önünde tutulmalıdır. Anılan Kanun ve Tüzüğün bu konuda etkili önlemler almış olmasının tek amacı, tebliğin muhatabına ulaşmasını ve onun tarafından kabul edilmesini sağlamaktır. Şu hale göre; yazılı tebligat, bir davaya ilişkin işlemleri o davayla ilgili kişilere bildirmek için, mahkemelerce Kanuna uygun biçimde yapılan bir belgelendirme işlemidir. Dolayısıyla, Kanun ve Tüzük hükümlerinin en küçük ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur.
Taraf oluşturulması için tebligat önemlidir: Bir davada tarafların oluşturulabilmesi, bu sayede davada karşılıklılık, çelişikliğin sağlanabilmesi ve iddia ve savunmalarda bulunulabilmesi için taraflarla, taraflar dışındaki tanık ve bilirkişi gibi üçüncü kişilere usulüne uygun tebligat yapılması gereklidir. Tebligat sayesinde, ilgililer duruşmaya davet olunur ve kendilerine, yargılama hakkındaki ilk bilgiler, tebliğ konusu dilekçeler sayesinde verilir. Tebligat, yargılamanın makul sürede yapılıp sonuçlandırılması, hak ve adaletin gecikmeden yerine getirilmesi açısından önemli bir usuli işlemdir. Taraflar duruşmaya çağrılmadan, eş anlatımla; taraf oluşumu sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 36. maddesi ile HMK'nın 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı yan; dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi olanaklı bulunmamaktadır, aksi halde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı, gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir. Çekişmeli yargıda kural olarak duruşma yapılması zorunludur. HMK'nın 27. maddesi uyarınca Kanunun gösterdiği istisnalar dışında yargıç tarafları dinlemeden veya sav ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez. Taraf oluşumu dava koşulu olup, davanın her aşamasında mahkemece resen nazara alınması gereken bir olgudur ve mahkemenin, duruşma gününü, kararını, bozma ilamını, duruşma günü ve direnme kararını taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf oluşumunu sağlaması, usulün amir hükmü gereğidir. Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden haberdar edilmesi ile olanaklı olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilmesi, Tebligat Kanunu ve Tebligat Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir.
Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa, bilinen en son adresinde yapılır. Şu kadar ki; kendisine tebliğ yapılacak şahsın müracaatı veya kabulü koşuluyla her yerde tebligat yapılabilir[2].
Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır (Tebligat Kanunu md. 10).
HMK. md. 27 gereğince, dava dilekçesinin kanun ve tüzük hükümlerine uygun ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde davalıya tebliğ edilmesi, savunmasını yapabilme olanağının sağlanması, ondan sonra iddia ve savunma çerçevesinde işin esasının incelenerek bir hüküm kurulması gerekmektedir. Taraflar usulüne uygun olarak iddia ve savunma için mahkemeye çağrılmadıkça hüküm kurulamaz. Aksi halde, savunma hakkı kısıtlanmış olur.
Tebligat Kanunu'nun 35/son maddesi hükmü gereğince, daha önce tebligat yapılmamış olsa bile taraflar arasında yapılan, imzası resmi merciiler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkâr sicillerine verilen en son adreslerdeki değişikliklerin tebliği yapılmış olan kaza merciine bildirilmemesi durumunda veya yeni adres tebliğ memurunca da saptanmazsa belirtilen yerlerdeki adreslere tebligat yapılır[3].
Muhatabın adreste bulunmaması halinde adreste bulunmama nedeni bu hususu bildiren kişiden sorulup ad ve soyadının tebligat evrakına yazılması, kişinin imzasının alınması, imzadan imtina edildiği takdirde keyfiyetin tebliğ memurunca tevsik olunması gereklidir. Aksi halde tebligat geçersizdir.
Borçlunun adres kayıt sisteminde adresinin olup olmadığı araştırılmadan Tebligat Kanunu’nun 35. Maddesine göre yapılan tebligat usulüz sayılacaktır.
Muhatap veya tebliğ yapılabilecek olanlardan hiçbiri adressinde bulunmazsa, tebliğ memurunun adreste bulunmama nedenini bilebilecek komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar kurulu üyeleri, zabıta amiri ve memurlarından araştırma yaparak beyanlarını tebliğ tutanağına yazıp imzalatması, imzadan çekinmeleri halinde bu durumu yazarak imzalaması gerekir. Tebliğ muhatabının usulsüz tebliği öğrendiğini bildirdiği tarih tebliğ tarihidir.
Tüzelkişiye yapılan tebligat yetkili temsilciye yapılır. Yetkili temsilci o anda bulunmuyorsa tebliği alabilecek görevliye o da bulunmuyorsa orada bulunan bir çalışana tebliği yapılacak ve bu durum tebliğ belgesinde açık biçimde gösterilecektir.
YARGI KARARLARI
Tebligat Kanunu, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 Sayılı Kanunla değiştirildikten sonra, gerçek kişilere yapılacak tebligatla ilgili olarak iki aşamalı bir yol benimsenmiştir. Bu değişikliğe göre, muhatabın adres kayıt sistemindeki adresine, Kanunun 21. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca doğrudan tebligat yapılması mümkün değildir. Muhataba çıkarılan ilk tebligat, bilinen veya gösterilen adresine yapılacaktır. Buna göre, ilk defa bildirilen adresin muhatabın (davalının) adres kayıt sistemindeki adresi veya başka bir adres olması arasında fark yoktur. Her iki adres de Tebligat Kanununun 10/1. maddesi kapsamında bilinen adrestir. Bildirilen adrese çıkarılan tebligatın bila tebliğ iade edilmesi halinde, Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 16/2. maddesi de nazara alınarak muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine Tebligat Kanununun 21/2. maddesine göre tebligat çıkarılacaktır. Tebligat Kanununun 10/2 ve 21/2. maddeleri farklı şekilde yorumlanarak, başka adresi bilinmediği gerekçesiyle muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine doğrudan doğruya 21/2. maddesine göre tebligat çıkartılması muhatabın savunma hakkını kısıtlayacağından, Anayasanın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesine ve Tebligat Kanununun yukarda bahsi geçen hükümlerine aykırı olacaktır. Tebligat Kanununun 35. maddesine göre tebligat yapılabilmesi için öncelikle, mahkemece aynı adrese usulüne uygun olarak en azından bir kere tebliğ yapılabilmiş olması gerekir. Bu şarta ilave olarak, muhatabın adres kayıt sisteminde herhangi bir adresinin de bulunmaması gerekir (14. HD. 6.3.2017, 3145/1696).
[1] HGK. 23.11.2011, 554/684.
[2] 15. HD. 1.6.2015, 6398/2998: “Davacı davasında davalıya ait villanın inşaatını yaptığını, bu imalâttan kaynaklanan 45.000,00 TL alacağının ödenmediğini belirterek bu bedelin davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalı yargılamaya katılmamış, mahkemece davacının inşaatın %70'ini tamamladığı ancak bu imalâtın bedelinin ödenmediği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir. HMK. md. 27’de davanın taraflarının, müdahillerin ve yargılamanın diğer ilgililerinin, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip oldukları, bu hakkın; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını ve mahkeme kararlarının somut ve açık olarak gerekçelendirmesini içerdiği ifade edilmiştir. Anayasanın 36. maddesi ile İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Hakkındaki Avrupa Sözleşmesi'nin 6. maddesinde hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olarak kabul edilmiştir. Bu durumda; davalının, usulüne uygun olarak duruşmalara davet edilmesi zorunludur. Bir başka anlatımla; mahkeme, davalıyı, savunma hakkı tanımak amacıyla usulüne uygun olarak cevap vermeye ve duruşmalara katılmaya davet etmedikçe yargılamaya devam edip hükmünü veremez. Davada, davalının dava dilekçesinde bildirilen "MKP Mah. G... Cad. 408 ada 12 parsel Merkez Y..." adresine dava dilekçesi tebliğe çıkarılmış, ancak tebligat adres yetersizliği nedeniyle iade edilmiş, bundan sonra "K... Sok. No. 30 Merkez Y..." adresine çıkarılan tebligat da yurt dışında olduğundan bahisle iade edilmiştir. Mahkemece davalının belirlenen yurt dışı adresi Paris Başkonsolosluğu aracılığı ile çıkarılan tebligatın ise mahalli posta idaresince teslim edildiği, ancak tebliğ evrakını almaması nedeniyle geri gönderildiği anlaşılmaktadır. Yurt dışı tebligatının iadesinden sonra mahkemece adres araştırması yapılmış, mernis adresinin "Longuenesse Fransa" olduğu bildirilmiş, Y... Belediyesi tarafından da adres "MKP E... Sok. No. 6/2 Y..." olarak bildirilmiş, mahkemece bundan sonraki tebligatlar belediyeden bildirilen adreste aynı çatı altında olduğu belirtilen akrabalarına yapılmıştır. Tebligat Kanunu'nun "Bilinen Adreste Tebligat" başlıklı 10. maddesi "Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır. Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır...". Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 16. maddesinde "Tebligat öncelikle tebliğ yapılacak şahsın bilinen en son adresinde yapılır. Bilinen en son adresin tespitinde, tebliğ isteyenin beyanı, muhatabın veya diğer ilgililerin bildirimleri ya da varolan belgeler esas alınır. Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır. Ayrıca başkaca adres araştırması yapılmaz..." hükmü bulunmaktadır. Yine Tebligat Kanunu'nun 25.a. maddesinde yabancı memlekette yapılacak tebligatlar ile ilgili yapılan düzenlemede "Yabancı ülkede kendisine tebliğ yapılacak kimse Türk vatandaşı olduğu takdirde tebliğ o yerdeki Türkiye büyükelçiliği veya Konsolosluğu aracılığıyla da yapılabilir. Bu durumda bildirimi Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğu veya bunların görevlendireceği bir memur yapar. Tebliğin konusu ile hangi merci tarafından çıkarıldığı bilgilerinin yer aldığı ve otuz gün içinde başvurulmadığı takdirde tebliğin yapılmış sayılacağı ihtarını içeren bildirim, muhataba o ülkenin mevzuatının izin verdiği yöntemle gönderilir. Bildirimin o ülkenin mevzuatına göre muhataba tebliğ edildiği belgelendirildiğinde, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna başvurulmadığı takdirde tebligat otuzuncu günün bitiminde yapılmış sayılır. Muhatap Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna başvurduğu takdirde tebliğ evrakını almaktan kaçınırsa bu hususta düzenlenecek tutanak tarihinde tebliğ yapılmış sayılır. Evrak bekletilmeksizin merciine iade edilir." hükmü getirilmiştir. Somut olayda davalının adres kayıt sistemindeki adresi Fransa olup mahkemece Paris Başkonsolosluğu aracılığı ile tebligat çıkarılması doğrudur. Ancak çıkarılan tebligatta "Tebliğin konusu ile hangi merci tarafından çıkarıldığı bilgilerinin yer aldığı ve otuz gün içinde başvurulmadığı takdirde tebliğin yapılmış sayılacağı ihtarını içeren bildirim" bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda bu tebligatın usulüne uygun olduğundan bahsedilemez. Mahkemece usulsüz olan bu tebligattan sonra davalının adres kayıt sisteminde yer almayan diğer adreslere yaptığı tebligatlar da usulsüz olduğundan yargılamaya devam ile davalının savunma hakkı kısıtlanarak karar verilmesi doğru olmamış bozulması gerekmiştir.”
[3] 15. HD. 17.6.2008, 2157/4049: “Somut olayda da, davalının kayıtlı olduğu İstanbul Ticaret Sicili Müdürlüğü nezdinde tutulan ticaret sicilinde, sözleşmede yazılı davalı adresi, aynen kayıtlıdır. Davalının yeni adresini, davacı tarafa ve mahkemeye bildirmediği, adresin değiştirilmiş olduğu saptandığı gibi; yeni adresi de bilinmediği halde, mahkemece 7201 sayılı Kanunun 35. maddesi hükmüne uygun şekilde davalıya tebligat yapılması gerekirken bu yasa hükmüne aykırı tebligat işlemi yapılmıştır.”