MUHASEBE ÜCRETİ İÇİN YAPILAN İLAMSIZ İCRA-ZAMANAŞIMI
~ 11.09.2015 ~
Dava; muhasebe ücretinin tahsili için girişilen ilamsız icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
Mahkemenin, '...davacı ve davalı arasındaki hukuki ilişkinin vekalet akdi olduğu, çünkü davacının davalının gözetimi ve denetimi altında bu işi ifa etmediği, bu durumda hizmet akdinden değil vekalet akdinin söz konusu olduğu, vekalet akdinden doğan alacaklarda zamanaşımı süresinin BK'nun m.126/4 uyarınca 5 yıl olduğu, davalının da gerek takibe itiraz dilekçesinde gerekse davaya cevap dilekçesinde, zamanaşımı itirazını süresinde yaptığının anlaşıldığı, ayrıca yapılan bilirkişi incelemelerinden de anlaşılacağı üzere, 09/06/2010 tarihli ve 31/12/2011 tarihli rapor ve ek rapor içeriklerine göre, zamanaşımı dikkate alınıp son 5 yıl içinde hak kazanılan ücret toplamının 2043,52 TL, son 5 yıl içinde yapılan fazla ödeme miktarının ise 2426,32 TL olduğu, bu durumda hak kazanılandan daha fazla ödeme yapıldığı ve davalının muhasebe ücreti borcunun kalmadığı...' gerekçesiyle davanın reddine dair verdiği karar davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece, yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını, davacı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin tabi olduğu dava zamanaşımı süresinin 5 yıl mı yoksa 10 yıl mı olduğu noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın daha iyi anlaşılabilmesi ve daha isabetli çözüme ulaşılabilmesi için öncelikle, zamanaşımı ve vekalet sözleşmesinin niteliğine ilişkin genel açıklamalar yapılmasında fayda vardır.
Borç ilişkisini kuran en önemli kaynak sözleşmedir. Her sözleşme, taraflar arasında bir hukuki ilişki meydana getirir, bu ilişkiye 'sözleşmeye dayalı=akdi ilişki' denir.
Borç doğuran sözleşmelerden birisi olan 'Vekalet Sözleşmesi', mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun386/1. maddesinde,'Vekalet, bir akittir ki, onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler.' şeklinde tanımlanmıştır.
Vekil, vekalet sözleşmesi gereği başkası adına işler yapmakla yetkilendirilmiş olan kişidir. Vekil bu açıdan bakıldığında, bir avukat, doktor, bankacı, mimar, bir taşınmazı vekaleten satın alan veya satan kimse vb. olabilmektedir.
Bu tanımlamadan vekalet sözleşmesinin unsurları: vekilin, bir iş görme borcunu üstlenmesi; iş görme borcunun, başkasının menfaatine yapılması; iş görme borcunun, müvekkilin iradesine uygun olarak yerine getirilmesi; vekilin, edim sonucunu değil, edim fiilini üstlenmesi; vekilin, iş görme borcunu yerine getirirken bağımsız hareket etmesi; ücret ( ki bu unsur zorunlu değildir ) biçiminde sıralanabilir.
Vekalet sözleşmesi kural olarak, BK'nun 11. maddesinin 1. fıkrası hükmü gereğince hiçbir şekle bağlı değildir. Yazılı olabileceği gibi, sözlü de yapılabilir. Hatta BK'nun 6. maddesi hükmü uyarınca vekalet örtülü olarak ( zımnen ) verilebileceği gibi zımni kabulle de oluşabilir.
Vekalet sözleşmesi, bir iş görme sözleşmesi olduğundan tipik edim bir işin görülmesi veya bir hizmetin yerine getirilmesidir. Vekalet sözleşmesi eksik iki tarafa borç yükleyen bir akittir. Çünkü vekil, bir edimi ifa borcu altına girmekte ve fakat müvekkil ancak bazı durumların varlığı halinde borç altına girmektedir ( BK. m.386/3 ).
Kural olarak vekalet sözleşmesinin kapsamı, Borçlar Hukukunun genel hükümlerine ve genel ilkelere bağlı olarak tarafların rızalarına göre belirlenir. Ancak, şahsa sıkı sıkıya bağlı hakların vekalet sözleşmesinin konusunu oluşturması hukuken olanaklı değildir. Sözleşme özgürlüğü ilkesi gereği bu emredici kural dışında kalan her konuda vekalet sözleşmesi yapılabilir. Eğer, tarafların iradeleri sözleşmenin kapsamının belirlenmesi konusunda yol gösterici değil ise veya sözleşmede bu hususa değinilmemiş ise BK. m.388/1'in düzenlemesine göre sözleşmenin kapsamı sözleşmenin ilişkin olduğu ( taalluk eylediği ) işin niteliğine göre belirlenecektir.
Vekile verilen yetki hukuk düzeninin elverdiği ölçüde tüm hukuki işlemleri yapmak yetkisi veriyor ise genel temsil yetkisinden, belirli bir veya birkaç hukuki işlemle sınırlı kalmak üzere yetki verilmişse özel temsil yetkisinden söz edilir.
Temsil yetkisi bir süre ile sınırlı olarak verilmişse yani belirli bir süre içinde kullanılması ve bu sürenin bitimi ile yetkinin de son bulması isteniyor ise süreli temsil yetkisi mevcuttur. Oysa bir süre sınırı konulmaksızın da temsil yetkisi verilebilir. İşte bu biçimde verilen temsil yetkisinin bir süre ile sınırlandırılmaksızın her zaman kullanılabilmesi imkanı vekile tanınmış ise süresiz temsil yetkisinden söz edilir.
Nihayet, BK'nun 387. maddesine göre, vekilin tevdi edilen işi idare hususunda resmi bir sıfatı varsa veya işin icrası mesleğinin icabından ise yahut bu gibi işleri kabul edeceğini ilan etmiş ise vekalet, vekil tarafından derhal reddedilmedikçe kabul edilmiş sayılır ( 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.503 ).
Somut uyuşmazlık yönüyle 'işin icrası mesleğinin icabından' olması halinde, bu gibi kimseler, serbest meslek faaliyetlerini yetkili makamdan aldıkları ruhsata dayanarak icra ederler; bu işleri de, meslekleri gereği yapmaktadırlar. Dolayısıyla bu kişilerin faaliyetlerinin, BK'nun 387. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekir ( Örneğin; 3568 sayılı Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanunu kapsamında ruhsata dayalı olarak faaliyette bulunan serbest muhasebeciler gibi ).
Hemen burada zamanaşımı müessesesi üzerinde de durulması gerekmektedir.
Hukukta normların yürürlüğü, hakların kazanılması ve kaybedilmesi, yaptırımların uygulanması belirli sürelere bağlanmıştır. Ancak, hukukun her dalında sürelerin türleri ve nitelikleri farklı olup, değişik sonuçlar doğurmaktadır.
Bu bağlamda, özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde kanunun kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
BK'nun 125-140. maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından, yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu halde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç ( Obligatio naturalis ) haline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def'ide bulunması gerekir.
İşte, zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def'i olup; usul hukuku anlamında ise, bir savunma aracıdır Öyle ki, çok eski tarihlerde gerçekleşmiş hakların belgelenmesi ve ispat edilmesi son derece güç, bazı durumlarda ise imkansızdır. Böyle hallerde zamanaşımı, mahkemeleri aradan uzun zaman geçmesi sebebiyle incelenmesinde güçlük çekilecek eski olayları inceleme ve değerlendirmekten dolayısıyla gereksiz yere vakit kaybetmekten kurtarmaktadır.
Bilindiği üzere, borçlarını yerine getirmiş ve ödemiş kimseleri ifaya dair belgeleri ömür boyu saklamaya zorlamak mantık kurallarına ve hakseverlik duygularına uygun düşmemekte, bunun yerine belli bir süre sonunda borcun ödendiğinin kabulü daha doğru olmaktadır.
Bu nedenlerle kanun koyucunun öngördüğü sürelerde hakkını aramayan alacaklı, bu davranışının sonuçlarına katlanmak durumunda kalacaktır.
Zamanaşımını ileri süren borçlu ( davalı ), aynı zamanda bu sürenin dolduğunu da kanıtlama yükü altındadır.
Yasada hangi hakların zamanaşımına uğrayacağı, hangilerin uğramayacağı belirli bir sistem halinde düzenlenmiş değildir. Mevcut hukuk düzeni ve mevzuata göre, borçlar, ticaret, eşya ve kamu hukukundan kaynaklanmış olsun bütün alacaklar zamanaşımına tabidir.
Kural olarak yalnızca alacak hakları zamanaşımına bağlanmıştır. Alacak hakları; alacaklıya, borçludan bir edimi yerine getirmesini isteme yetkisini veren haklardır. Mülkiyet hakkı ve diğer ayni talepler kural olarak zamanaşımına uğramazlar.
818 sayılı BK'nun 125. maddesinde zamanaşımının kapsamı ve süresiyle ilgili genel bir hüküm sevk edilmiştir. Bu madde hükmüne göre; 'Bu kanunda başka bir suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde her dava on senelik müruru zamana tabidir.' denilmiştir.
BK. m.125'e göre, özel hukukta aksine bir hüküm bulunmadıkça, alacaklar ilke olarak on yıllık zamanaşımına tabidir. BK. m. 126'da yukarıdaki ilkenin istisnası düzenlenmiştir. Buna göre bazı alacaklar beş yılda zamanaşımına uğrar.
818 sayılı BK'nun 126/IV hükmüne göre, vekalet sözleşmesinden doğan alacaklar beş ( 5 ) yıllık zamanaşımına tabi bulunmaktadır.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Davacının serbest muhasebeci sıfatıyla, davalı şirketin muhasebe kayıtlarını tuttuğu anlaşılmaktadır. Taraflar arasında çekişmesiz olan bu hususun ve dolayısıyla hukuki ilişkinin niteliğinin ne olduğunun tespiti önem arzetmektedir.
Yukarıda vurgulandığı üzere, serbest muhasebecilik faaliyetinin hukuki nitelikçe bir 'vekalet sözleşmesi' olarak kabulü gerekmektedir. Zira, davacı serbest muhasebecinin faaliyetini 3568 sayılı Kanun kapsamında ruhsata dayalı olarak gerçekleştirdiğinden, davalı ile aralarındaki sözleşme ilişkisinin BK'nun 387. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
Durum bu olunca; vekalet sözleşmesinden doğan alacaklar beş ( 5 ) yıllık zamanaşımına tabi bulunmaktadır.
Buna göre, davacı isteminde 1999 ila 2009 tarihleri arasındaki muhasebecilik ücretinin tahsilini istemiş; yerel mahkeme de, son beş ( 5 ) yıldan önceki ( ilk beş yıl ) alacakların zamanaşımına uğradığını kabul ederek, son beş ( 5 ) yıl bakımından davacının alacağından fazla olarak davalı ödemesinin bulunduğunu benimseyerek, davanın reddine karar vermiştir.
Yerel mahkemenin, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin vekalet sözleşmesi olduğu ve bu sözleşmeden doğan alacakların beş ( 5 ) yıllık dava zamanaşımına tabi bulunduğuna ilişkin kararında direnmesi usul ve yasaya uygundur.
Hemen belirtmelidir ki, Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, taraflar arasındaki muhasebecilik hizmetinin hukuki nitelik bakımından bir iş görme akdi olduğu, sui generis ( kendisine özgü ) bir sözleşme olup kanunda düzenlenmediği, dolayısıyla isimsiz bir akit olduğu, BK'nun 126. maddesi hükmünde muhasebecilik sözleşmesinin yer almadığı, bu nedenle dava zamanaşımı süresinin beş ( 5 ) yıl olarak kabulünün mümkün olmadığı, dolayısıyla eldeki davada on ( 10 ) yıllık dava zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği, Genel Kurulun çoğunluğu tarafından benimsendiği şekliyle taraflar arasındaki muhasebecilik hizmetinin bir vekalet sözleşmesi olduğunun kabulü halinde bile davaya konu alacakların zamanaşımına uğramadığı, zira vekalet sözleşmesinde vekilin yani somut olayda serbest muhasebecinin ücret alacağının muaccel olduğu tarihin, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin sona erdiği tarihten itibaren başlayacağı, bu tarih ( 2009 yılı üçüncü ayının sonu ) dikkate alındığında davanın ( 26.01.2009 icra takip tarihi itibariyle ) yasal süresinde açıldığı, ayrıca vekilin müvekkiline hesap verme ilişkisi devam ettiği sürece zamanaşımı süresinin işlemeye başlamayacağı, bu durumu teyiden Hukuk Genel Kurulu'nun 04.05.2011 gün ve E:2011/13-161, K:2011/276 sayılı ilamında benimsenen kabul şekli itibariyle direnme kararının alacağın henüz muaccel olmaması nedeniyle dava zamanaşımı süresinin işlemeye başlamadığı nedenine dayalı olarak değişik gerekçeyle bozulması gerektiği azınlıkta kalan üyelerce ileri sürülmüş ise de, Kurul çoğunluğu yukarıda belirtilen gerekçelerle bu görüşü benimsememiştir (HGK. 22.4.2015, 1913/1260).
Hits: 19174