KİTAP
İnşaat Hukuku Kitabı

GENEL YAŞAM DENEYİMİ-HAYATIN OLAĞAN AKIŞI-İSPAT

~ 06.12.2020 ~

Hukuk uygulamamızda (genel yaşam deneyimi) ve (hayatın olağan akışı) kavramlarına sıkça başvurulmaktadır; yasada yer alan kavramlardır. TBK. md. 50/II’de (uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa, yargıç, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararını miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler); aynı yasanın 51. maddesinde de (Yargıç, tazminatın kapsamını ve ödeme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler) biçiminde geçmektedir.

Genel yaşam deneylerine ve yaşamın olağan akışına dayanan kişi, artık iddiasını ispatla yükümlü değildir. Bilindiği gibi bu kurallar, yani eylemli (ya da beşeri) karine denen yaşam deneyi kuralları, tarafların olay iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında yargıcın kanaat edinmesine yarayan, yaşam deneylerinin ortaya koyduğu değer hükümleridir. Delil değerlendirme serbestîsinin yürüdüğü durumlarda bu değer hükümleri dolaylı olarak yargıç tarafından göz önünde tutulurlar. Bu karinenin iki işlevinden en önemli olan bir tanesi şudur. Yargıç, hatta hakkında delil gösterilmemiş olan olay iddiasının doğruluğunu, yaşam deneyi kurullarına dayanarak kabul edebilir ve bu durumda delil gösterme yükü, o olayın aksini ileri süren tarafa geçer. Genel kural uyarınca zararın, zarara uğrayan davacılar tarafından ispatı gerektiğini vurguladıktan sonra, (genel yaşam deneyimlerine ve çevre telâkkilerine göre) birçok davalarda desteklik durumunu, ispat edilmeden sabit saymıştır[1].

YARGI KARARLARI

Davacının 3.12.1986 tarihinde 529 parsel sayılı taşınmazdan pay satın aldığı halde, tescil işleminin yanlışlıkla 738 parsel no.lu taşınmaz yönünden gerçekleştirildiği, 529 parselin 1987 yılında şuyulandırılması sırasında, payların tutmaması üzerine davacının satın aldığı payın tespit edilip adına tescil olunduğu, böylece hem gerçekte satın alınan 529 parseldeki payın ve hem de davacının satın almadığı 738 parseldeki payın kendisi adına tescil edildiği, hatalı tescile konu 738 no.lu parselin de şuyulandırma ya tabi tutulduğu, bu işlem sonucunda davacı adına tescil olunan 1274 no.lu parsele davalı Belediyece kamulaştırmasız el atılması üzerine, davacının kamulaştırmasız, el atma nedenine dayalı olarak 4.2.1999 günü açtığı tazminat davasının kabul ile sonuçlandığı, bu ilam uyarınca davalının davacıya 2.12.1999 - 3.4.2000 tarihleri arasında taksitler halinde toplam 8.339.32 TL. ödediği; bilahare anılan hatalı tescilin ortaya çıkması ve durumun hem davacıya hem de davalıya bildirilmesi üzerine, davacının 2.5.2001 günlü dilekçeyle davalıya başvurarak, aldığı parayı geri vermek istediğini bildirip, bunun, takas ve gerekirse para ilavesi yoluyla yapılmasını istediği; davalı Belediyenin bu istemi kabul etmeyerek, 4.10.2001 günlü Encümen Kararı çerçevesinde anaparanın ve ayrıca bunun 31.10.2001 tarihine kadar işlemiş faizi 8.730.940.268 TL’nin tebliğden itibaren 15 gün içinde ödenmesi istemiyle davacıya 16.10.2001 günlü yazıyı gönderdiği; davacının aynı gün tebellüğ ettiği bu yazı üzerine 17.10.2001 günlü dilekçeyi vererek, iyiniyetinin göz önüne alınmasını, takas önerisinin kabulünü ve kendisinden faiz alınmamasını istediği, bu isteminin de davalı tarafından kabul edilmediği; 5.12.2001 günlü yazıyla, anapara ve faizin 15 gün içinde ödenmesinin davacıdan istenildiği, bu yazının davacıya 6.12.2001 günlü tebliğ edilmesinden sonra, davacının 14.12.2001 günlü dilekçeyle, faiz isteminin yasal dayanağı bulunmadığını, ödeyeceği paranın anaparaya sayılması ve faize yönelik ihtirazı kaydının saklı kalması şartıyla 7 milyar TL. ödemeyi kabul ettiğini davalıya bildirip, aynı gün bu miktarı davalının veznesine yatırdığı, bilahare 28.12.2001 tarihinde 1.339.776.000 TL. ödemek suretiyle, ilama dayalı olarak aldığı paranın tümünü davalıya geri verdiği toplanan delillerden anlaşılmaktadır.

Bozma ve direnme kararlarının gerekçe ve kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, adına tapuya kayıtlı taşınmaza davalı Belediyece kamulaştırmasız el atılmasından dolayı, mahkemece hükmedilen tazminatın davalı tarafından davacıya ödenmesinden sonra, el atmaya konu taşınmazın adına hataen tescil edilmiş olduğunun ortaya çıkması üzerine aldığı tazminatı davalıya iade eden davacının, paranın elinde kaldığı süre için bunun faizinden de sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davasının konusunu oluşturan taşınmaz payının davacı adına yanlışlıkla tescil edilmiş ve dolayısıyla, davacının aldığı tazminatın gerçekte maliki bulunmadığı bir taşınmaza ilişkin bulunması karşısında, davalı tarafından davacıya yapılan ilama bağlı ödemenin, davacı yönünden bir haksız zenginleşme oluşturduğu açıktır. Yine, davacının hatalı tescilden haberdar olduğu, hakkının bulunmadığını bilmesine rağmen anılan taşınmaz payıyla ilgili olarak kamulaştırmasız el atma hukuksal nedenine dayalı tazminat davası açtığı ve ilama bağlanan parayı davalıdan bu şekilde aldığı; böylece kötü niyetli olduğu hususu davalı tarafından iddia ve ispat edilmemiştir. O halde, somut olayda davacının haksız zenginleşmenin iyiniyetli olduğunun (davacının iyiniyetli müktesip durumunda bulunduğunun) kabulü gerekir. Esasen, Yerel Mahkeme de, gerek bozulan ilk kararında ve gerekse direnme kararında, davacının iyiniyetle haksız zenginleşen (iyiniyetli müktesip) durumunda olduğunu kabul etmiştir. Bu noktada, önce haksız zenginleşme kavramı üzerinde durulacaktır: Bilindiği üzere, haksız zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir. TBK’nın 77 ve ardından gelen maddelerindeki düzenlemelere göre, haksız zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir. Haksız zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, haksız zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır. Haksız zenginleşmeye konu şeyin, hakkın veya hizmetin zenginleşme (iktisap) tarihindeki miktar veya değeri; kısaca, haksız zenginleşmenin miktarı, fakirleşen tarafından ispat edilmelidir. Ancak, geri verilecek miktar, her zaman zenginleşme miktarına eşit değildir. Burada kural, geri verilecek miktarın zenginleşenin malvarlığındaki çoğalmaya eşit olması ise de, bunun, fakirleşenin malvarlığındaki azalmadan daha fazla olmaması da gerekir. Zenginleşme miktarı ile geri verilmesi gereken miktarın her zaman eşit olmamasının bir nedeni, zenginleşmenin konusunun para dışındaki bir şey olduğu hallerde, o şeyin zenginleşenin malvarlığındaki değeri ile, fakirleşenin malvarlığındaki değerinin farklı olabilmesidir. Öte yandan, geri verilecek miktarın belirlenmesinde, zenginleşenin iyiniyetli veya kötü niyetli olması da, göz önünde tutulması gereken bir olgudur. Gerçekten de, konuya ilişkin TBK’nın 79. ve 80. maddelerinde, haksız zenginleşenin geri verme borcunun kapsamı, onun iyiniyetli veya kötü niyetli olmasına göre, farklı şekillerde düzenlenmiştir. Somut olayda davacının iyiniyetli bulunduğu çekişmesiz olmakla, iade borcunun kapsamı konusundaki değerlendirmede, TBK. md. 79/1’deki düzenleme esas alınmalıdır. Anılan hüküm "Haksız olarak bir şeyi istifa eden kimse, onun istirdadı zamanında elinden çıkmış olduğunu ispat ettiği miktar nispetinde red ve iade ile mükellef değildir" şeklindedir. Buna göre, haksız zenginleşenin iyiniyetli olduğu hallerde, zenginleşmesini geri vereceği (fakirleşenin iade isteminde bulunduğu) zamandaki durumu dikkate alınmalıdır: Hasız zenginleşmesinde iyiniyetli olan (iyiniyetli müktesip), sabit olan zenginleşme miktarının sonradan (istek tarihine kadar geçen zaman içerisinde) azaldığını (veya tamamen ortadan kalktığını) ispat ederse, zenginleşmesinden sadece elinde kalanı geri vermekle yükümlüdür. Bu yolda bir ispatın bulunmadığı hallerde ise, varlığı sabit olan zenginleşme miktarını geri vermek zorundadır. Önemle belirtilmelidir ki, haksız zenginleşenin elinden çıktığını ispat ettiği miktarı geri vermekle yükümlü olmaması kuralı, sadece, iktisaden yararlanmadığı miktar yönünden geçerlidir; geri verme yükümlülüğünün sınırlandırılması, ancak zenginleşme konusunun harap olma, kaybolma, hasara uğrama veya bağışlama gibi, haksız zenginleşenin ondan iktisaden yararlanmadığı hallerde söz konusu olabilir. Buna karşılık, zenginleşme konusunun satılması suretiyle elden çıkması veya yanmasından dolayı sigortadan tazminat alınması gibi hallerde, satış bedeli veya sigorta tazminatı malın yerine geçeceği için, geri verme yükümlülüğü devam eder. Bunun gibi, haksız zenginleşmeye konu şeyin kısmen veya tamamen, zenginleşenin kişisel ihtiyacı için harcandığı hallerde de, iktisaden yararlanma söz konusu olacağı için, geri verme borcu yine vardır. Nihayet, iyiniyetli zenginleşenin geri verme borcunun kapsamı, hakkaniyet ilkesi çerçevesinde sınırlandırılabilir. Burada amaç, iyiniyetli müktesibi, haksız zenginleşmesinin hiç gerçekleşmiş olması halinde hangi durumda bulunacak idiyse, ondan daha kötü duruma düşürmemektir. iyiniyetli müktesibin geri verme borcunun kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gereken bir diğer husus, haksız zenginleşmesine konu şeyden elde ettiği tabii ve medeni semerelerdir. Medeni semere kavramı faiz, kira gibi unsurları ifade eder. Vurgulanmalıdır ki, faiz, haksız zenginleşmenin bir miktar paradan ibaret olduğu hallerde elde edilebilecek tek medeni semere türü değildir. Faiz getirecek şekilde işletilmemiş olsa bile, bir paranın haksız zenginleşenin malvarlığında bulunduğu süre içinde, onun malvarlığına ekonomik bakımdan başka türlü katkılar sağlayabileceği kuşkudan uzaktır. Ancak, sağladığı katkının türü ve miktarı her somut olayda farklı olacağından, eldeki davada olduğu gibi, zenginleşenin bu parayı ne şekilde değerlendirdiği yönünde herhangi bir açıklığın bulunmadığı hallerde, ekonomik katkının belirlenmesinde hukuksal bir ölçü olarak, faiz kavramı esas alınmalıdır. Haksız zenginleşenin, zenginleşmeye konu para için daha yüksek veya daha düşük oranda faiz almış olduğu ispat edilmediği sürece; zenginleşmenin gerçekleştiği tarih ile geri vermenin talep edildiği tarih arasındaki süre için, paranın kullanma değerinin karşılığı olarak, temerrüt faizi kadar faizle yükümlü tutulmalıdır. Haksız zenginleşen durumundaki davacı, zenginleşmesine konu (kamulaştırmasız el atma davası sonucunda verilen mahkeme kararına dayalı olarak davalıdan aldığı) paranın, yukarıda açıklanan şekilde, kendisine iktisaden yarar sağlamayan yollardan biriyle elinden kısmen veya tamamen çıkmış olduğunu iddia ve ispat etmemiştir. O halde, davacı, davalıdan aldığı parayla birlikte, nedensiz olarak elinde bulundurduğu sürede ondan elde ettiği medeni semereleri de geri vermekle yükümlüdür. Yukarıda belirtildiği üzere, davacının gerçekte bu paradan faiz geliri elde etmiş olup olması, sonuca etkili görülmemelidir. Davacının, malvarlığına nedensiz olarak giren parayı, faiz dışı yollarla da olsa, şu veya bu şekilde kullanmış ve böylece ondan yararlanmış olması hayatın olağan akışının doğal sonucu bulunduğundan ve yine bu faydalanma sonuç itibariyle paradan medeni semere elde etme anlamı taşıdığından, davacının elde etmiş sayılacağı bu medeni semereleri geri verme yükümlülüğü bulunmaktadır. Yine yukarıda söylendiği gibi, somut olayda davacının bu paradan hangi tür ve miktarda medeni semere elde ettiği açıkça belirgin bulunmadığı için, değerlendirme ölçütü olarak faizin esas alınması gerekli ve kaçınılmazdır. Bu noktada, somut olayda uyuşmazlığın üzerinde toplandığı yön itibariyle, temerrüt kavramı hakkında da şu kısa açıklamanın yapılmasında yarar görülmüştür: Temerrüt, en kısa tanımıyla, alacaklı tarafından talep edilebilir (muaccel) hale gelmiş bir borcun ifasındaki gecikmedir ve kural olarak, bu tür (muaccel) bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ile temerrüde düşer (TBK. md. 117/1). Başka bir ifadeyle, temerrütten söz edilebilmesi için, öncelikle muaccel bir borcun ve alacaklının o borca yönelik ihtarının bulunması gerekir. Kural böyle olmakla birlikte, borçlunun temerrüde düşmesi için alacaklının ihtarının gerekmediği bazı durumlar da vardır: Örneğin, ifa günün taraflarca birlikte kararlaştırıldığı (TBK. md. 117/2), borçlunun borcu ifa etmeyeceğini bildirmiş olduğu veya hal ya da durumundan bu sonuca varılabildiği (TBK. md. 124) hallerde, temerrüdün gerçekleşmesi için alacaklının ihtarına gerek yoktur. Borçlunun temerrüde düşmesi için alacaklının ihtarına gerek bulunmayan ve bir kısmı az yukarıda sayılan hallerden, somut olay bakımından önem taşıyan, borcun bir haksız fiilden veya haksız zenginleşmeden kaynaklanmış olması halidir. Belirtilmelidir ki, haksız fiilde ve haksız zenginleşmede temerrüt için ihtarın gerekmediği yolunda açık bir yasa hükmü yoktur. Ancak, müşterek hukukun "Gaspeden daima temerrüt halindedir" şeklindeki genel ilkesi, günümüzde de uygulama yerine sahiptir. Bu ilkeye göre, haksız fiilin faili ve haksız zenginleşen daima temerrüt halinde bulunduğu için, zaten gerçekleşmiş olan temerrüdü sağlamak üzere alacaklının bunlara ayrıca bir ihtarda bulunması gerekmez. Haksız fiilden doğan tazminat borçlarında, temerrüdün haksız fiil tarihinde kendiliğinden gerçekleşecektir. Haksız zenginleşmede dahi borçlu temerrüdünün gerçekleştiğinin kabul edilebilmesi için alacaklının ihtarına gerek bulunmaktadır. Yeri gelmişken şu da belirtilmelidir ki; tıpkı tersini öngören bir yasal düzenlemenin bulunmaması gibi, haksız zenginleşmeden kaynaklanan iade borcunda temerrüt için ayrıca alacaklı ihtarının aranması gereğini düzenleyen bir yasa hükmü de yoktur. Dolayısıyla sorun, haksız zenginleşme ve temerrüt kavramlarının hukuksal yapı ve nitelikleri, hukukun genel ilkeleri ve bilimsel görüşler çerçevesinde bir çözüme kavuşturulmalıdır. Somut olay bu açıklamalar çerçevesinde değerlendirildiğinde: Haksız zenginleşmede geri verme borcunun kapsamına ilişkin yukarıda değinilen ilke ve kurallar, somut olayda iyiniyetli müktesip durumunda bulunduğu çekişmesiz olan davacının, hayatın olağan akışı içinde haksız zenginleşmesine konu parayı elinde bulundurduğu süre içerisinde ondan sağlaması beklenen medeni semereleri, davalıya vermekle yükümlü olduğunu ortaya koymaktadır. Temerrüt kavramı hakkındaki açıklamalar da, davacının, haksız zenginleşmeye konu parayı davalıya geri verme borcu bakımından, ayrıca bir ihtara gerek olmaksızın zenginleşme tarihi itibariyle temerrüde düştüğünü göstermektedir, iade borcunun konusu belli bir paradan ibaret bulunduğuna ve davacı bu borcu yönünden temerrüde düştüğüne göre, temerrüt faizinden sorumlu tutulması zorunludur. Bu durumda davacı, haksız zenginleşmesinin gerçekleştiği (ilama bağlı tazminatı davalıdan taksitler halinde aldığı) tarihler ile, ana para borcunu davalıya ödediği tarih arasındaki sürede, temerrüt faizi oranları üzerinden tahakkuk eden faiz miktarıyla sınırlı olarak, davalıya karşı borçludur. Görülmekte olan davadaki menfi tespit istemi, bu çerçevede saptanacak faiz miktarına göre karara bağlanmalıdır (HGK. 17.12.2003, 787/774).

 



[1]        HGK. 21.4.1982, 1528/412.

Hits: 14089

USUL HUKUKU SORUNLAR

UZMAN GÖRÜŞÜNÜN İSPAT GÜCÜ
Taraflar, dava konusu olayla ilgili olarak, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez.   Yargıç, talep üzerine veya resen, ...
DİRENME KARARI (HGK. 5.10.2021, 2777/1150)
  Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümler, taraflara yüklenen borç ...
DAVA ARKADAŞLIĞI
I.İhtiyari dava arkadaşlığı Birden çok kişi, aşağıdaki durumlarda birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir: a) Davacılar veya ...
DAVA ŞARTLARI
Dava şartları şunlardır: a.    Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması. b.    Yargı yolunun caiz olması. c.    Mahkemenin ...
DAVA TARİHİNE GÖRE İSPAT
       I.Dava, dava dilekçesinin kaydedildiği tarihte açılmış sayılır (HMK. md. 118) Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun ...
DAVA VE CEVAP DİLEKÇESİ
Davanın açılma zamanı: Dava, dava dilekçesinin kaydedildiği tarihte açılmış sayılır. Dava dilekçesine davalı sayısı kadar örnek eklenir. Dava ...
DAVADA SIFAT
Davada sıfat, tarafın, dava konusu maddi hukuk ilişkisinin süjesi olup olmamasıyla ilgilidir. Taraf sıfatı (husumet), maddi hukuka göre belirlenen, bir sübjektif hakkı dava etme ...
DAVALIYA TANINAN SAVUNMA ARAÇLARI: DEFİ VE İTİRAZ
I. Def’i Borçlunun özel bir nedene dayalı olarak borçlanılan edimini yerine getirmekten kaçınma hakkına defi diyoruz. Defi kullanılmasıyla yöneltildiği ...
GENEL YAŞAM DENEYİMİ-HAYATIN OLAĞAN AKIŞI-İSPAT
Hukuk uygulamamızda (genel yaşam deneyimi) ve (hayatın olağan akışı) kavramlarına sıkça başvurulmaktadır; yasada yer alan kavramlardır. TBK. md. 50/II’de (uğranılan ...
HUKUKİ DİNLENİLME HAKKI
Mahkeme iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasamızın ...
HUKUKİ YARARIN İSPATI
Davanın açılmasında hukuki yararın bulunması dava koşuludur (HMK. md. 114/h). Tespit davası açanın, kanunlarla belirtilen ayrıksı durumların dışında, bu davayı ...
İLK İTİRAZLAR
İlk itirazlar aşağıdakilerden ibarettir: a.    Kesin yetki kuralının bulunmadığı durumlarda yetki itirazı. b.    Uyuşmazlığın tahkim yoluyla ...
İNŞAAT HUKUKU SORUNLARININ TARAFLARIN SORGULANMASIYLA İSPATI
  Bir inşaat davasında, taraflardan birinin veya her iki tarafın sorguya çekilmesi konusunda yargıca takdir yetkisi verilmiştir. Yargıç, tarafların istemi olmasa bile ve ...
KARİNE
I. Genel Olarak Karine, sözlük anlamı bakımından karışık bir iş veya sorunun anlaşılmasına ve çözümlenmesine yarayan durum, ipucu, belirtidir. En genel ...
USULİ SÜRELER
Yargılama hukuku yargılamaya ilişkin bir prosedürü düzenlediğinden, gerek tarafların, gerekse mahkemenin yapacağı iş ve işlemler belirli sü­relere bağlanmış ve bu ...
TEK BİR DİLEKÇE İLE BİRDEN FAZLA TALEBİN BULUNDUĞU DAVA AÇILMASI
Davaların yığılması Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 110. maddesinde: “Davacı, aynı davalıya karşı olan, birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini, aynı dava ...
VAKIALARIN SOMUTLAŞTIRILMASI
Tarafların dayandıkları vakıaları ispata elverişli şekilde somutlaştırmaları hem davanın anlaşılmasını hem de ispatını kolaylaştıracaktır. Taraflar, dayandıkları vakıaları, ...
YARGILAMAYA EGEMEN İLKELER
Tasarruf ilkesi, taraflarca getirilme ilkesi, taleple bağlılık ilkesi, hukuki dinlenilme hakkı, aleniyet ilkesi, dürüst davranma ve doğruyu söyleme ...
YARGILAMANIN AŞAMALARI
HMK’ da ilk derece yargılamasında yazılı yargılama usulü beş aşamadan oluşacak biçimde düzenlenmiştir: 1-) Davanın açılması ve dilekçeler aşaması ...
ZEHİRLİ AĞACIN MEYVELERİ
"Zehirli ağacın meyveleri" olarak anlatılan hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin değerlendirilmesi konusunda Anayasanın 38. Maddesinde 6. Fıkrasında “Kanuna aykırı olarak elde ...
USUL İŞLEMLERİNİN ISLAHI
I-) Islah kavramı Islah kelime olarak bir şeyi iyileştirme, düzeltme anlamını içerse de, yargılama hukuku bakımından bundan daha özel ve teknik bir anlama sahiptir. Islah; ...